Sene 1978-79'lar...
Ankara'da iyi bir üniversitenin iyi bir bölümünde öğrenci delikanlı, Ramazan Bayramından 3-4 gün önce memleketine / evine geliyor.
Eve geliyor ki evde kimse yok. O da ailesi eve gelinceye kadar vakit geçirmek için mahalle kahvehanesine gidiyor. Kahvehanede otururken mekan dışarıdan taranıyor ve delikanlı ile birlikte 3 kişi hayatını kaybediyor.
Kahvehane o günkü ayrışmalar kutuplaşmalar nedeniyle x'cilerin kahvehanesi...
Kahvehaneyi tarayanar, y'ciler!
Delikanlı dünya görüşü itibariyle y'lere daha yakın? Hatta onların samimi bir sempatizanı! Ancak çocukluğunun geçtiği, işletmecilerini tanıdığı ve epey zamandır memleketinden uzakta olduğu için kahvehanenin ne şekilde mimlendiğini bilemediğinden -bilse de muhtemelen farklı davranmayacağından- delikanlı o kahvehanedeydi. Ertesi günü x'ciler kahvehanede katledilen diğer iki kişi ile birlikte delikanlının cenazesini de kaldırmak ve ideolojik bir gösteriye dönüştürmek istiyorlar, delikanlının ailesi buna karşı çıkıyor, bu sefer aile ile x'ciler arasında gerginlik yaşanıyor.
Yukarıda özetlediğim olay aynı ile vâkîdir.
12 Eylül öncesinde sayısı 5 binin üzerinde insanımız ülkenin dört bir yanında arpa biçilir gibi ıspanak doğranır gibi katledildiler. Bunların birçoğu aralarından sadece bir sokak geçen komşu mahallenin sakini -yani sağcılar ya da solcular tarafından kurtarılmış mahallede oturuyor- olduğu için öldürüldüler. Bunların birçoğu yukarıdaki örnekte olduğu gibi karşı tarafın kahvehanesinde ya da pastanesinde oturdukları için öldürüldüler. Bunların bir kısmı karşıt görüşteki bir işverenin iş yerinde çalışıyor oldukları için öldürüldüler. Gençlerin önemli bir kısmı sağ'ın ya da sol'un hâkimiyeti altındaki bir fakültenin, yüksekokulun, bölümün ya da lisenin öğrencisi oldukları için öldürüldüler. Öğrencilerin bir kısmı da yerleştirildikleri yurt'ta kalıyor oldukları için hayatlarını kaybettiler.
İnsanlar, caminin imamının siyaset karşısındaki duruşuna göre Cuma ya da Bayram namazlarını kılacakları camileri tercih eder hale gelmişlerdi.
Emniyetin içindeki polisler Pol-Der'ci, Pol-Bir'ci olarak ayrışmış ve bölünmüşlerdi. İçişleri Bakanlığı solcu bir iktidarın eline geçince Pol-Der'ci polisler karakola aldıkları sağcılara işkence yapıyorlardı aynı bakanlık sağcı bir iktidarın eline geçince ise bu kez sıra solcu gençlerin karakollara çekilip Pol-Bir'ci polisler tarafından işkence edilmeleri sonucunu doğuruyordu.
Memlekette hak, hukuk, hakikat, hakkaniyet, adalet gibi değerler zaten askıya alınmış herkes kendi mahallesini, kendi kahvehanesini, kendi camisini, kendi okulunu, kendi yurt'unu koruma ve kollama telaşına kapılmıştı. Diğer yandan her iki taraf da kendi değer yargıları çerçevesinde karşı taraftan hesap sorabilme (!) histerisi içinde idi. Böyle bir ortamda da haliyle hesap sorma (!) silahlı ve kanlı oluyordu.
X X X X X X X X X X
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu kısa bir süre önce tutuklandı. Ekrem İmamoğlu'na tutuklanmasına gerekçe olarak yöneltilen suçlar şunlar:suç örgütü kurmak ve yönetmek, irtikap, rüşvet almak, ihaleye fesat karıştırmak, hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydetmek.
İmamoğlu bu suçları işlemiş midir? Soruşturmanın devam ettiği daha iddianamenin bile hazırlanmadığı bu aşamada bu konuda hiç kimse kesin kanaat belirtemez / belirtmemelidir de? Kaldı ki İmamoğlu'nun hakkında iddianame düzenlenip dava açılsa bile"beraat-i zimmet asıldır" yaniherkes bağımsız ve tarafsız adil bir mahkeme tarafından kesin bir karar verilinceye kadar masumdur.
Bu koşullarda İmamoğlu'nun tutuklanması doğru bir karar mıydı, tutukluluk yerine başka bir tedbir uygulanamaz mıydı? Türkiye'de maalesef tutukluluk tedbirinin tedbirden ziyade bir ceza gibi uygulanıyor olmasından kaynaklı nedenlerle İmamoğlu'nun tutuklanmasından kamuoyu vicdanının ikna olmadığını bilakis rahatsız olduğunu kabul etmemiz gerekir.
Yine bir an için -asla kabul yerine geçmemek kaydıyla- İmamoğlu'nun bu tutuklamaya konu suçları işlemiş olduğunu varsaysak bile ülkemizde uzun yıllardır etkin ve aktif siyasetin içerisinde yer alan iktidara mensup ya da yakın epeyce bir vatandaşın devasa şekilde artan mal varlıklarının kaynağı konusunda ciddi şüphelerin ve iddiaların varlığı da bir gerçek!!!? Bu şahıslara karşı bu şüphelerin ve iddiaların doğruluğunu araştırılmayıp üstelik hemen hiçbiri ifadeye dahi çağırılmayınca bunun da kamuoyunu fazlasıyla rahatsız ettiği de şüphe götürmeyen bir gerçek!!!.
Dolayısıyla bu durumdan rahatsız olan kitlelerin bu durumu protesto ediyor olmaları anayasal demokratik bir haktır. Ancak her hak kötüye kullanılmamak kaydıyla hukukidir. İmamoğlu'nun tutuklanmasına yönelik protestolar son günlerde özellikle CHP liderinin dozu artıran talep ve yönlendirmeleri sonucunda amacından sapmış gibi görünmektedir.Amaç üzüm mü yemektir yani memlekette hakkın hukukun adaletin hâkim kılınmasını mı sağlamaktıryoksa bağcı mı dövmektir yani memleketi krize kaos'a sürükleyip yaşanılmaz hale mi getirmektir?
CHP'nin belli ürünleri, belli markaları, belli mekanları isim isim boykot etmesi ve bu boykotu 2 Nisan'da gün boyunca ülke genelinde hiç alışveriş yapmama aşamasına getirmesi bir hakkı temin etme/elde etme sonucunu değil bilakis ülke ve millet açısından ağır sonuçları olacak bir kaosu doğuracaktır.
AK Parti iktidarının özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin yürürlüğe girmesinden sonra vatandaştan kopuk, ülkenin gerçek sorunlarından uzak adeta devleti kendi mülkü gibi gören bir patromonial anlayış içerisinde olduğu tartışılmaz bir vakıadır.
Bu iktidar anlayışına ve bu anlayışa dayalı uygulamalara karşı muhalefetin özellikle de ana muhalefetin yapması gerekensiyaset üretmektir. CHP bunu kabul etmiyor olsa da yerel seçimlerden bu tarafane oldum deliliğine varacak kadar bir zafer sarhoşluğu içerisindedir. Yerel seçimlerden bu yana geçen bir yıllık süre içerisinde CHP iktidarın belirlediği gündemin dolgu malzemesi olmanın ötesinde doğru dürüst bir siyaset ortaya koyamamıştır.
Özgür Özel'in ya da Ekrem İmamoğlu'nun iktidara geldikleri takdirde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin devam edip etmeyeceği, devam etmeyecek ise eğer neye evrileceği ile ilgili bir açıklamalarına ya da CHP'nin buna ilişkin alternatif sistem önerisine rastlayanınız var mı? Bendeniz hatırlamıyorum...
CHP, terörle irtibatlı olduğu iddia edilen ve bu nedenle görevden alınan belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına haklı olarak karşı çıkıyor peki antidemokratik bu uygulamanın düzeltilebilmesi için bir kanun teklifini hazırlayıp da neden TBMM'ye sunmuyor?
Ekrem İmamoğlu'nun haksız soruşturulduğu ve/veya haksız tutuklandığı iddiası nedeniyle CHP, ilgili savcı ve hâkimler hakkında neden HSK''ya ve/veya ilgili diğer kurumlara başvuruda bulunmuyor?
Yine özellikle iktidar partisinde siyaset yapıp da kendileri ve yakınlarının mal varlıklarıyla ilgili çeşitli iddialar bulunmasına rağmen bu şahıslar hakkında soruşturma açmayan hatta bu şahısları ifadeye dahi çağırmayan yargı mensupları hakkında CHP, yasal hangi yollara başvurdu acaba?
Kısaca CHP'nin ana muhalefet görevini bihakkın yerine getirebildiği kanaatinde değilim. Bunun yerine gençlerin enerjisini kullanmak, olayla doğrudan ilgisi olmayan üreticiyi tüccarı ve esnafı zarara sokacak boykot çağrılarında bulunmak siyaset değil bilakis kolaya kaçmak, oyunu kurallarına göre oynamayıp topu taca atmaktır.
Bu boykotlar aynı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi hatta -bugün iletişim imkânları çok daha fazlalaştığından- o dönemden daha vahim olarak kahvehanelerin, kafeteryaların, okulların, camilerin, sokakların, mahallelerin, aynı site içindeki blokların, şarkılarını dinleyip, filmlerini / dizilerini izlediğimiz sanatçıların bile bölünmesi parçalanması sonucunu doğurabilir.
Demokratik bir hukuk devleti, vatandaşlarını farklılıklarına rağmen bir arada tutabilen sistemin adıdır. Bu sistemi demokrasi ve hukukun üstünlüğü çizgisinde tutabilmek de ya da bu çizgiden tamamen uzaklaştırmak da iktidarla muhalefetin siyaset anlayışlarıyla ve uygulamaları ile yakından ilgilidir.
X X X X X X X X X X
Siyaset, yangına benzin dökmek değil bilakis yayılmasını önlemek ve söndürmektir.
Siyaset, kriz anlarında çözüm üretebilmektir. Boykot çözüm değildir, bilakis krizi kaosa dönüştürmektir.
Siyasetçinin işi, delilerin kuyuya attığı taşlarla uğraşmak değil bilakis delilerin taş atacağı kuyuları kapatmaktır.
Türk seçmeninin şanssızlığı, söylem ve eylemleri ile sürekli birbirlerine payanda olarak varlıklarını idame ettiren iktidar ile ana muhalefettir.
İktidar ile ana muhalefetin çözüm üretmek yerine sürekli cebelleşmeye dayalı siyaset anlayışları, Türkiye'yi ve Türk milletini keşmekeşe sürüklemektedir.
X X X X X X X X X X
Meraklısına Not :
1Nisan1933'te Naziler de Almanya'da Goebbels'in emriyle 1 günlük olarak yahudi işletmelerini boykot etmişlerdi.
(Fotoğrafta, Nazi SA paramiliterlerinin ellerindeki tabelalarda "Ey Almanlar! Kendinizi savunun! Ve Yahudilerle alışveriş yapmayın!" yazıyor.)