"Serseri; hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok; /
Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok! /
Şimdi Allah'a söver... Sonra biraz bol para ver; /
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!"diyordu Mehmet Akif.
Bu dizeleri döneminin meşhur şairlerinden biri için kaleme aldığı iddia edilse de üstat her dönemde yaşayan bir "tip"i tarif eder gibidir.
O "tip" her yerde, her ortamda, hemen her kitle örgütünde karşınıza çıkabilir.
Belli bir dünya-ahiret görüşü yoktur. Bulunduğu konuma, teneffüs ettiği konjoktüre göre tavrını, duruşunu belirler. Her boyuttaki kaba girmekte vegirdiği kabın şeklini almakta mâhirdir.
Gündüz camide hemen imamın arkasında, gece meyhanede olabilir.
Darbe dönemlerinde esas duruştadır, sular durulduğunda ise herkesten daha demokrattır.
Dinî anlayışın revaçta olduğu dönemlerde 'sünnet'e uygun sakallıdır, şartların değiştiği ara dönemlerde bıyıklar da dâhil sinekkaydı traşlıdır.
O görev verilmesini, teklif edilmesini beklemez? Lâyık olsun olmasın her göreve taliptir, gerektiğinde koparır alır.
Özgün bir projesi, elini taşın altına koyacak kadar cesareti yoktur. Zaten, olmasına gerek de yoktur. Nasıl olsa, birileri bu görevleri yapacak, hazret ise hazıra konacaktır.
Ömrü boyunca beş kişilik piknik organizasyonu dahi yapmamıştır ama hiç çekinmeden milyonluk kentleri idare etmeye kalkar.
En çok çekindiği, sakındığı güneş ışığı ve şeffaflıktır. Bu yüzden ilişkilerini kapalı kapılar ardında ve çok derinlerde yürütür.Kullandığı en etkili yöntemler, dost göründüklerine karşı "yalakalık", yanına yaklaşamadıklarına karşı "fis-kos" ve "çamur atma"dır.
Çıkarı olduğu müddetçe atmayacağı takla, yapmayacağı numara yoktur. Ama bir çıkarı bitmeyegörsün o zaman muhataplarına takla attırır.
Bu "tip" hiç kaybetmez. Dünyaya elinde alacak senetleri ile doğmuş gibidir. Kiminin parasını, kiminin itibarını, kiminin de sosyal çevresini kullanır. Ama asla borçlanmaz. Nadiren borçlandığı görülse bile, bilin ki kaz gelecek yerden tavuğu esirgemediğindendir.
Allah vergisi koku alma yeteneği vardır. Sosyal ve siyasal havayı koklamakta üstüne yoktur.
Halkın teveccühünü kazanacak siyasi partiyi tespit etmekte ve hemen bu siyasi partinin başköşesine konmakta üstüne yoktur.
Siyasi partinin işlevini tamamladığının ve siyaset sahnesinden çekileceğinin kokusunu aldığında orayı ilk terk eden yine o olacaktır.
Satmayacağı hiçbir insan, ihanet etmeyeceği hiçbir değer yoktur. Tek bir değeri, sadece bir tane vazgeçilmezi vardır. O da,"ene"sidir.
Ne bir projesi, ne özgün bir çözüm önerisi vardır. Umuruna aldığı ne toplumdur, ne de millettir. Ancak görüntüde en idealist odur. Halbuki aklını kurcalayan, sürekli kendi kendine sorduğu, cevabını düşünmekten perişan olduğu tek bir sorusu vardır : "Ben ne olacağım???!!!" Ne olursa olsun, hangi makama gelirse gelsin bu soru O'nun arkasını bırakmaz : "Ben ne olacağım???!!! Ne olacağım???!!! Ben!!! Ben!!! Ben!!!"
Bugün siyasetin de sivil toplumun da kurumsallaşamamasındaki sebeplerden biridir bu "tip". Çünkü bu "tip"ten hemen her siyasi oluşumda ve hemen her sivil toplum örgütünde fazlasıyla bulunmaktadır.
Garip olan, bu "tip"e hemen her dönem ve ortamda teveccüh gösterilmesidir.
Teveccühün ise iki sebebi var : Birincisi, siyasi ve sivil toplum yapılanmalarında hizmet eden idealist insanların sessizliği, ikincisi ise siyasi ve sivil toplum yapılanmalarında lider/yönetici konumundakilerin büyük çoğunluğunun bu "tip"in yalakalıklarını iltifat zannetmeleridir.
Bu "tip" siyasetin de sivil toplum yapılanmasının da yumuşak karnıdır. Kurumsallaşma yönünde ciddi adımlar atmak isteyen siyaset ve sivil toplum organizasyonları işe bu "tip"ten arınarak başlayabilirler.
Tabii, başarabilirlerse?