Son 20 yıl içinde ülkede dokunulmadık kurum, müessese kalmadı.
Osmanlı Devleti’nden kalma kurumlar dahil, Cumhuriyet döneminin tüm müesseselerinin bir şekilde içi boşaltıldı, etkisizleştirildi.
Osmanlı dönemi meşruiyetten beri gelen bir meclis geleneğimiz vardı.
Meclis milletin bir şekilde sesinin duyurulduğu yerdi.
Maalesef bugün meclis olsa da olur, olmasa da durumuna düşürüldü.
İyi kötü işleyen bir parlamenter sistemimiz vardı.
Kurumsallaşmıştı.
Bugün geldiğimiz noktada yönetim sorunumuz artık gizlenemiyor.
Kurumlar zayıfladı.
Sistemin sadece adı var, kendisinin ne olduğunu sistem sahipleri bile tarif edemiyor.
Adeta bir kakafoni yaşanmaktadır.
İktidar, kendisine biat etmediğini düşündüğü “Avukatlar ve Barolarla” ilgili düzenlemeyle geçen haftalarda kamuoyunun önüne çıktı.
Zaten bölünmedik neyimiz kalmıştı ki!
Koca ülke insanları olarak “Cumhur İttifakı” ve “Millet İttifakı” diye karpuz gibi ortadan ikiye bölünmemiş miydik?
Şimdi bölünmenin en uç noktalarını yaşıyor ve kamu kurumu niteliğindeki kurumlardan Baroları bölüyoruz.
Böylece Barolar, adeta dernek statüsüne çevriliyor.
Etkisi ve ciddiyeti ağır şekilde yara alıyor.
Tıpkı, 2010 yılı Anayasa değişikliği ile yargının can damarı HSK’yı tarumar eden zihniyet, hiçbir şeyden ders almamış, bilinçli bir tasarrufla son darbeyi de Barolar’a vuruyor.
Bunu yaparken de, kanunun muhatabı avukatlar ve onların temsilcileri Baro Başkanları meclis önünde banklarda yatmak zorunda bırakılıyor ve komisyon görüşmelerine alınmıyor.
Tüm baroların ve avukatların %90’ından fazlasının karşı çıktığı bir düzenleme, komisyonlardan virgülüne bile dokunulmaksızın geçti ve meclis genel kuruluna geldi.
Avukatlara ise siz ne düşünüyorsunuz diye soran yok.
İstanbul özelinde söyleyebilirim; bir önceki seçimlerde başkanlık için yarışan aralarında İstanbul Milliyetçi Avukatlar Grubu dahil 10 grup bu düzenlemeye karşı olduğunu yazılı olarak açıklamıştır.
Samsun Barosu Başkanı Sayın Kerami Gürbüz, tepkisini en üst düzeyde göstermiş ve Baro Başkanlığından istifa etmiştir.
Şu istifa bile hiçbir baro başkanının koltuk derdinde olmadığını, koltuğa ihtiyaç duymadığını gösterir.
Samsun Barosu’nun bu değerli başkanı nezdinde şu söylenebilir ki; onlar orada hizmet etme amacıyla bulunuyor.
Hizmet etme koşulları yok ediliyorsa, buna tepki olarak bir takım siyasilerin yaptığının aksine, o koltukta bir gün bile kalmayı zul görürler.
Ne acıdır ki; toplam 208 Üniversite ve bunların bünyesinde olup hukukçu yetiştiren, esasında doğrudan kendilerini de ilgilendiren bir yasa değişikliği hakkında 132 Hukuk Fakültesinden tek bir söz, görüş ve beyan duyamadık.
Peki iktidar, herkesin karşı olduğu bir düzenlemeyi kim için ve ne amaçla ısrarla çıkarmaya çalışıyor.
Geldiğimiz noktada, hiçbir konu sağlıklı bir tartışma ortamında yürümüyor.
Her tartışmanın sonunda karşı fikrin muhatap kalacağı cümleler hemen hemen aynı hakaret içeren cümleler topluluğu ; hain, zillet, ahlaksız, muhteris vs.
Ve her tartışmanın içine muhakkak din, iman bahsi sokuluyor.
Böylece tartışma zaten başlamadan o noktada bitiyor.
Bu bizim uzun zamandır düçar olduğumuz toplumsal bir hastalığımız.
Bu hususu değerli sosyolog, fikir adamı ve yazar Erol Güngör “İnanmış Aydının Problemleri” makalesinde çok yalın bir şekilde açıklamıştır.
Yazar “İslâm’ın Mukaddes Kitabı Kur’ân’dır. Kuran değişmemiştir ve değişmez. Buna karşılık Kur’ân’ın verdiği ilham her devirde aynı olmaz. İnsanın tabii ve sosyal çevreleri devamlı değişme halinde olduğu için problemleri de değişmektedir. Buna örnek olmak üzere İslâm’ın yayılma devirlerindeki hukuki gelişmeyi gösterebiliriz.” demek suretiyle Kuran’ın değişmezliği, buna karşı insanın yaşadığı sorunların ve çözümlerinin değişmek durumunda olduğunu ifade etmektedir.
Yine Erol Güngör Hoca “Müslümanlar fikir meselelerini iman meselesi halinde görmekten vazgeçmeli ve düşüncenin doğruluğuna kriter olarak imanı almamalıdırlar.
Bu onların imanlarını terk etmeleri manasına gelmez, fakat fikre iman ölçüsü hâkim olduğu zaman kimin haklı kimin haksız olduğunu anlamaya hemen hemen imkân yoktur.
İman öyle bir konudur ki, ana hatlarıyla herkesi birbirine bağlamakla birlikle tartışmaya döküldüğü zaman ufak ayrıntılar bile insanların birbirlerini en ağır şekilde suçlamalarına yol açabilir.
Bu yüzden iman konusu olan şeyleri ya red ya kabul edersiniz, yani tartışamazsınız.
Fikir böyle değildir, onun gelişmesi hep veya hiç esasına dayanmaz.” der.
Erol Güngör’ün bahse konu makalesinde izah ettiği husus, ülkece son 15-20 yılda yaşadıklarımızdır esasında.
Bakın etrafınıza!
Hangi konuyu konuşur ya da tartışırsanız tartışın, muhatabınız mutlaka konuyu din, iman noktasına çeker ve size artık söyleyecek bir söz bırakmaz.
Bu durum ise toplumun sorunlarının çözümü noktasında fikir üretilememesine, durağan bir toplumsal yapıya sürüklenmeye yol açar.
Yine hemen her konuyu 11. yüzyılda yaşamış, zamanın ulemalarının görüşleri ile izah etmemiz, bulunduğumuz noktada saymamıza yol açmakta.
İşte bu pencereden bakıldığında, yaşamış olduğumuz güncel meselelerde neden yol alamadığımız da anlıyoruz.
Barolar tartışması bile günlerdir siyasette, medyada ya da meclislerde din iman meselesi gibi tartışılmıyor mu?
Maalesef meselenin özü kaçırıldığı için, sonuçları vahim olacak bir kayıp yıllar daha önümüzde duruyor.
Yol yakınken bu hatadan dönülsün ve “Avukatlık Yasası” olması gereken mecrasında akıl ve bilim ile yeniden ele alınsın.
Sağlıcakla…
Av. Kürşat Orhan Şimşek