Av. Kürşat Orhan Şimşek

ÖMÜR DEDİĞİN

Av. Kürşat Orhan Şimşek

Ömür dediğiniz nedir?

Üç gün hilal, üç gün bedir
Haftaya boş kalır sedir
Say bir karış, say bir adım
Geçti gitti, anlamadım.

Şair Abdurrahim Karakoç ne de güzel anlatmış hayatı.
Peki, bu kadar kısa ve göz açıp kapayıncaya kadar süre içinde yaşadığımız hayatta hırs ve arzularımıza kapılıp gitmemize ne demeli!
İnsan şaşırıyor değil mi?
İçimizdeki sonsuzluk duygusu mu bize bunu yaptırıyor, yoksa nefsimizin bitip tükenmek bilmeyen arzusu mu?
Bilemiyorum.
Dün, malum babalar günüydü.
Güzel dilekler, sevgi ve özlem sözcükleriyle babamızın bu gününü kutladık ya da çocuklarımız bizimkini kutladı.
Ne yazık ki, bir çoğumuz hiç ayrılmayacağını sandığı babasını çoktan ahirete yolcu etti.
Ahirete göç etmiş babalarımıza rahmet, yaşayanlara ise sağlık diliyorum.
Şimdi kendimize şunu soralım.
Kaç yıl daha bir baba olarak çocuklarımızla birlikte olacağız ya da babamızın babalar gününü kutlama fırsatı bulacağız?
Kim bilebilir…
Yukarıda şairin dediği gibi.
“Say bir karış, say bir adım”.
Demem o ki, yaşadığımız her “anın” kıymetini bilmeli, sevdiklerimizle hayatın gayyalarına dalmadan dolu dolu zaman geçirmeli.

Hayatın acı tatlı bir süreç olduğunu elbette biliyoruz.
Dün sarılıp öptüğümüz elleri, babalar gününü kutladığımız gözleri belki de gelecek yıl rahmetle anacağız.
Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun şu sözünü çok severim.
“Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur”
İnanmış ve adanmış bir hayat için istikamet çizen bir söz.
Yaşadığımız hayatın bir saniyesine bile hükmedemiyorsak artık yaşam şeklimizi, hayata bakışımızı değiştirme zamanı çoktan gelmiştir.

Evveliyetle kendimizle barışık olalım. Kendimize değer verelim.
“Bir insan için en zor şey her gün insan kalabilmektir” diyordu Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov.
Her gün insan kalalım ve empati yapmayı unutmayalım.

Peygamberimiz;” Sizden biriniz kendisi için istediğini başkaları için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” diyor .
Empati hem insan olmanın hem de imanın mihenk taşlarından.
Hayatımıza değer katan mal, mülk, marka, şan, şöhret değil etrafımızdaki hakiki dostlarımızın varlığıdır.
Geçenlerde okuduğum bir yazıda dünyanın en iyi altı doktoru şöyle sıralanmıştı!
Güneş ışığı, Tatil, Egzersiz, Diyet, Özgüven, Arkadaş...

Gerçekten de bu mihvalde bir hayatın başka doktora ihtiyacı olmasa gerek.
Ancak maalesef toplumsal bir hastalığımız var.
“Yengeç Sepeti Sendromu” denilen bu hastalıklı ruh hali, salgın bir hastalık gibi yayılmış durumda.
Nedir bu “yengeç sepeti sendromu”?
Kısaca “Ben sahip değilsem sen de olamazsın”,”Ben başaramıyorsam sen de başaramazsın” anlayışı.
Hayatında başarının anahtarını başkalarının başarısızlığı üzerine kurgulayan bu bencil insanlar, karabasan gibi toplumun her yanını sarmış durumda.

Sizin de çevrenizde bunlardan varsa bir an önce onlardan kurtulmaya bakın.
Çünkü onların hırsı, haset ve kıskançlığı sizin tüm olumlu çabalarınızı zayi edecektir.
Bunlar her yerde karşınıza çıkar ve sizin yeni girişimlerinize, çabalarınıza, yeni deneyimlerinize mutlaka ket vuracaktır.
Kendi başarısızlıklarına sizin de başarmanızı engelleyerek bahane oluşturacaklardır.
“Boş ver”, “ Zaten yapamazsın”, ”Senden iş geçti” gibi sözlerle daha bir şeye başlamadan önünüzü keserler.

En mutlu anınızda bile size karamsarlığa sürükleyecek bir eleştiri, karalama bulurlar.
Ünlü kişisel girişim uzmanı Jim Rohn “İnsan en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır” diyor.
Şu halde kendimize dönüp bakalım.
Madem ki, en çok vakit geçirdiğimiz 5 kişinin ortalamasıyız, bunun kalitesini belirlemekte bizim elimizde.
Artık etrafımızdaki yengeç insanların, hayatımızı belirlemesine izin vermeyelim.
Sevgiler paylaştıkça çoğalır.
Acılar paylaştıkça azalır.
Şimdi zaman sevgilerimizi sevdiklerimizle paylaşma zamanı.

Sağlıcakla…