Çok sık duyduğumuz bir kavramdır masumiyet karinesi. Anlayacağımız şekilde kişinin suçsuz olduğunun asıl olması şeklinde tarif edebiliriz. Hukuki kavram olarak anlamı da kişinin suçu ispatlanana ve hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararı verilene kadar suçsuz olduğunun asıl olmasıdır. Masumiyet karinesi, Anayasa'nın 38. maddesinde, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz." şeklinde düzenlenmiştir. Osmanlı Mecelle Kanunu bunu "Beraati zimmet asıldır" diye tarif etmiştir.
Şimdi neden bu konuyu açtık. Geçen hafta Sayın Adalet Bakanı Abdulhamit Gül katıldığı bir televizyon programında “Yargı kılı kırk yararak masumla suçluyu ayırt etmeli. FETÖ mücadelesinde çuvala herkesi koymak yanlış. Selam vermişti, burs almıştı vs. tüm bunları FETÖ’cü çuvalına atarsanız zafiyet ortaya çıkar” demişti. Sayın Bakanın da şikayet ettiği bu vahim hatalar uygulamada maalesef devam ediyor. Aynı durumdaki kişiler arasındaki farklı uygulamalar, bazı nüfuzlu şahısların beraat ederken sıradan vatandaşların aldığı cezalar dikkat ve tepki çekiyor.
15 Temmuz sonrası ülkede yaşanan travma tüm devlet katmanlarını ve toplumu derinden sarstı. Bu da sert önlemleri beraberinde getirdi. Devlet elbette kendisine başkaldıran, demokrasisine saldıranlara karşı gereken refleksi gösterecektir. Ancak, devlet darbeciler ile sıradan insanların durumunu ayırt etme yetisine sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti binlerce yıllık devlet geleneği olan Anayasanın 2.maddesinde belirtildiği gibi bir hukuk devletidir.
Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir .
İşte tam da bu nedenle tüm koşullarda asıl olan hukuk devletine sadık kalmaktır. Yani yasalarda açıkça suç olarak tanımlanmamış hususlar hakkında suç yaratmak, tıpkı Adalet Bakanının dediği gibi selam veren, bankanın önünden geçen, dershaneye giden insanları yargılamak, işinden gücünden etmek hukuk devleti ile bağdaşmaz.
Bu hususta yargı kadar, basın yayın kuruluşları ve her şeyden öte sade vatandaşların da duyarlı olması gerekmektedir. Bana neden bir şey olmuyor, polis gözaltına aldığına göre bir şey yapmıştır gibi önyargılar masumiyet karinesine aykırı söylemlerdir. Basın haberleştirdiği gözaltıları verirken, kişileri baştan suçlu ilan etmemeli, toplum nezdinde lekelenmeme haklarına saygı göstermelidir. Masumiyet karinesini ihlal ettiğimiz insanlar hakkında bazen telafisi imkânsız durumların ortaya çıktığına da şahit olduk, oluyoruz. Esasında bu hususta sabıkalı bir geçmişimiz olduğu da yadsınamaz. Yassı Ada yargılamalarından 12 Eylül zindanlarına, 28 Şubat mağdurlarından Ergenekon-Balyoz süreçlerine masumiyet karinesi ihlal edilen masum ve günahsız birçok insanımız cezaevlerinde gün saymış ya da yaşamlarını yitirmiştir.
Gelelim Sayın Adalet Bakanı'nın konuşması üzerinden FETÖ yargılamalarına.
Bu hususta yakın zamanda bir haberleşme programı olan Bylock faciası yaşanmıştır. 28 Aralık 2017 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 11 bin 480 cep telefonunun, kullanıcı iradesi dışında FETÖ'nün gizli haberleşme programı ByLock'a yönlendirildiğini açıklamıştı. Yani hakkında işlem yapılan, gözaltına alınan, birçoğu tutuklanan, işinden aşından olan 11.480 kişi. Aralarında toplumun hemen her kesiminden insanımızın olduğu ve bir sabaha karşı kapılarının çalınmasıyla hayatları kararan, 28 Aralık 2017 tarihinde masum oldukları ortaya çıkan 11.480 kişi.
Yine 23 Ekim 2019 tarihinde basına yansıdığına göre Doğubayazıt'ta PKK'lı teröristlerin saldırısında şehit düşen Er Zekeriya Altunok'un FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilen ve 16 ay cezaevinde yatan eski bir polis memuru olduğu ortaya çıktı. Yargıtay'ın 2019 Şubat ayında şehit Altunok hakkında "ceza verilmesine gerek yoktur" kararı verdiği ortaya çıktı. Yani masum bir polis memuru daha masumiyet karinesi ihlal edilerek aramızdan ayrılmıştır.
Son olarak geçen hafta gazeteci İsmail Saymaz’ın yaptığı bir haber bu konuda dikkatlerimizi bir kez daha çekti. Habere göre polis memuru Cahit Şen, Bylock kullandığı iddiasıyla tutuklanmış, cezaevinde kansere yakalanmış, devamında suçsuz bulunmuş ve beraat etmişti. Cahit Şen, bunun üzerine tazminat davası açmış ve 31.544 lira tazminat kazanmış. Ne var ki, cezaevinde yakalandığı hastalık nedeniyle kararın sonucunu göremeden vefat etmiş.
Bu ve benzeri çok fazla mağduriyet olduğu, artık devletin en üst makamları tarafından hatta bakanlar düzeyinde dahi dile getirilmektedir. Bu konuda yapılacak iş esasında çok basittir. Hukukun evrensel ilkelerine dönmek, masumiyet karinesine saygı duymak ve yine yargının bir asra yakın tecrübesiyle oluşturduğu içtihatlarına bağlı kalmak. Şu anda yaşadığımız birçok sorunun temelinde de hukukta yaşanan aksaklıkların olduğu açıktır. Ülke içinde adaleti egemen kılmak, hukuk devletine giden yolda evrensel hukuk ilkelerini uygulamak toplumsal barışa ve huzura vesile olacaktır.
Sağlıcakla…