Doğu Türkistan! Acının ve gözyaşının vatanı! Kadim Türk Yurdu.Türkiye’den sonra 40 milyonu aşkın nüfusu ile en çok Türk’ün yaşadığı, Kaşgarlı Mahmut’un, Osman Batur’un,İsa Yusuf Alptekin’in vatanı. Ne var ki; bu asil Türk Halkı bugün işgalci Çin rejiminin toplama kamplarında zulüm görüyor.
Bölgeden son gelen haberlere göre 1 milyonu aşkın Müslüman Uygur Türkü toplama kamplarında tutulmaktadır. Burada asimilasyona tabi tutulan, işkence ve baskıya maruz bırakılan bu insanların, en açık haliyle doğuştan gelen vazgeçilmez ve devredilmez “İnsan Hakları” ihlal edilmektedir.
Çin’in uyguladığı bu baskı ve zulmün amacı,Uygur Türklerinin milli yapılarını bozmak,Çinlileşmeye tabi tutmaktır.Bu toplama kamplarındainsanlar, dinlerini inkâra zorlanmakta,komünist baskıcı rejime bağlılık yeminleri ettirilmekte, her türlü milli değerlerinin yok edilmesine çalışılmaktadır. Bu yapılanlara en ufak direniş gösterenlere ise acımasız şekilde işkenceler uygulanmakta, zindanlarda ölüme terkedilmektedirler.
Camilerin kapısına kilit vuran işgalci Çin rejimi,İslami çağrışım yapan tüm sembol ve kavramları yasaklamıştır.Bu yasaklara karşı çıkmak ölüm demektir.Çin cezaevlerinde 300’ü aşkın Uygur Türkü aydın,şair,sanatçı ve siyaset adamı kaderine terkedilmiştir.
Ailelerden zorla alınan küçük çocuklar, yetiştirme yurtlarına ve yetimhanelere gönderilmekte, burada çocuklar adeta mankurtlaştırılmakta,kendi değerlerine yabancı ve düşman bir nesil yetiştirilmektedir.
Aslında Doğu Türkistan, tamamıyla bir toplama kampına dönüştürülmüş, tüm ülke adeta açık bir cezaevine dönüşmüştür. Son alınanbilgilere göre her Uygur Türkü evini bir Çinli ile paylaşmaya zorlanmakta,Türk’ün örf ve adetleri, değerleri hiçe sayılmakta, bu şekilde Uygur’lar sürekli gözetim halinde tutulmak istenmektedir.
Tarih boyunca Hun, Göktürk, Türgiş, Karluk, Uygur, Karahanlılar, Timurlular, gibi pek çok devletin kurulduğu bölge, 1949’da tamamen Çin işgaline girmiştir. Zaman zaman bölgeyi işgale yeltenen Çin’e karşı 1933 ve 1944 yılında iki isyan çıkmış ve 10 yıl arayla iki Türk devleti kurulmuştur.
Uygur Türkleri ilk önce 1933’te daha sonra 1944’te sırasıyla Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti devletlerini kurmuşlar ,ancak komünist Sovyetler ve Çin’in işbirliği sonucu askeri müdahalelerle bu Türk Devletleri yıkılmıştır.
Maalesef işgalci Çin rejimi 29 Eylül 1949 yılında Urumçi’yi tamamen işgal edip buradaki bağımsız Türk Devletine son vermiştir.1955’te “Şincan Uygur Özerk Bölgesi” adıyla özerk yapıya dönüştürülenDoğu Türkistan’ın adıda böylece “Şincan” olarak değiştirilmiştir. Bunun üzerine İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi bazı Doğu Türkistanlı liderler, mücadeleyi dışarıda sürdürmek, meseleyi dünyaya duyurmak amacıyla Doğu Türkistan’ıterk ederekTürkiye’ye gelmişlerdir.
Bugün 35-40 milyonluk nüfusa sahip Uygur Türk’leri,Doğu Türkistan’da nüfusun %45’ini oluşturmaktadır. Oysa bu oran 1953 de %75’ti.Çin rejimin istilacı politikaları sonucunüfus dengesi hızla Çinliler lehine değişmiştir.
Doğu Türkistan sorununun görünen nedeni, tarihsel olarak gelen etnik ve dini farklılıklar olarak algılansa da asıl nedenin nüfus, yer altı ve yer üstü doğal kaynaklar,stratejik coğrafi konumkaynaklı olduğu açıktır. Zengin petrol kaynakları başta olmak üzere Çin’in ihtiyaç duyduğu diğer madenler açısından da zengin olan Doğu Türkistan bu özelliğiyle emperyalist işgalinde sebebini oluşturmuştur.
Dünya bugün işgalci Çin rejiminin uyguladığı bu insan hakları ihlallerinin daha bir farkında.Yakın zamanda ABD Temsilciler Meclisi Uygur Türklerine karşı ağır insan hakları ihlalleri işlemekle suçladığı Çin aleyhine hazırlanan tasarıyı onayladı. Tasarıda bazı Çinli hükümet temsilcilerine yaptırım uygulanması gibi maddeler yer almakta.
Amerika’da kabul edilen 2018 Ağustos’ta yayınlanan Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi raporunda, bir milyon Uygur Türk’ünün kitlesel olarak gizli bir şekilde toplama kamplarında zorla tutulduğu bildirildi.
Yakın zamanda Çin Komünist Rejiminin Uygur Türk’lerine uyguladığı sistematik insan hakları ihlalleri ve işkencelerle ilgili 403 sayfalık bir gizli devlet belgesi kamuoyuna sızmış, böylece tüm dünya Çin rejiminin sistematik zulmünü resmi olarak da duymuştur.
Bu sızan belgeye göre, Çin rejiminin Uygur Türklerine karşı nüfusunun kontrolü ve aralıksız denetim yapılmasına ilişkin talimatları yer alırken, güvenlik birimlerine“Uygur Türklerine asla, merhamet gösterilmemesi” talimatı veriliyor. Yine sızan belgelere ve bölgeden yansıyan haberlere göre yüzbinlerce Müslüman Uygur Türkü, özel hapishanelerde tutulmakta, işkencegörmekte, asimilasyonauğramaktadır. Uluslararası Af Örgütünün resmi raporlarına göre bölgede idam cezaları adeta vaka-i adiyedendir.
Her yıl yüzlerce Uygur Türkü idam edilmekte, rejim kontrolündeki yargı tek celselik göstermelik yargılamalarla muhalif gördüğü herkes hakkında idam cezaları verebilmektedir.Cezalar adeta halka gözdağı niteliğinde açık stadyumlarda infaz mangalarıyla yerine getirilmektedir.
Hamile Türk kadınları zorla toplu kürtaja tabi tutulmakta, kısırlaştırılmakta, zorunlu tek çocuk uygulaması yapıldığı için kota fazlası bebekler ana karnında veya doğar doğmaz öldürülmektedir.Cesetler ise yok edilmektedir. Bütün bu husus İnsan Hakları Örgütlerince yerinde tespit edilmiştir.
Bu durum açık“İnsan Hakları İhlali” olduğundan, başta Türkiye ve İslam ülkeleri olmak üzere tüm medeni dünya buna karşı çıkmalı, Çin rejimine bu konuda baskılar yapmalıdır.Türkiye, soydaşı ve dindaşı Uygur halkına karşı tarihten gelen vecibesi gereği her alanda ses ve nefes olmalı ve dünyaya bu konuda çağrılar yapmalıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca 1948 yılında oylanarak kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; suç teşkil etmeyen bir fiilden dolayı kişinin cezalandırılamayacağını ,özel hayata ve konut dokunulmazlığına saygı duyulması gerektiğini, din ve vicdan hürriyetine sahip olunduğunu, düşünce hürriyetinin bulunduğunu ve işkenceyi yasakladığını ilan etmiştir. Çin BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olarak bu beyannameye uymak zorundadır.
Türkiye, sivil ve resmi kurumları ile bu konuda toplumsal dinamikleri harekete geçirmelidir. Hafta sonu Kamu-Sen önceliğinde ülkenin birçok ilinde yapılan basın açıklamaları önemlidir. Ancak Türk Hükümetinin bu konuda zayıf kaldığı aşikârdır. Uygur Türklerinin insan hakları ihlallerini batı dünyası dile getirirken İslam dünyasından bu konuda tek ses çıkmaması ve özelliklede Türkiye’nin sessiz kalmasını ne tarih ne insanlık ne de Türk Milleti affeder.Çin’in ekonomik ve siyasi gücü bu zulmün duyulmasına engel olmamalıdır. Bu her şeyden önce bir insanlık sorunudur. İnsan Hakları sorunudur.
Tarih boyunca her zaman mazlumun yanında yer alan Türkiye ,bu konuda duyarsız kalamaz. Soydaşımız ve dindaşımız olan Uygur Türkleri en azından Filistinliler, Suriyeliler kadar ilgiyi hakediyor olsagerektir. Türkiye üyesi olduğu tüm uluslararası mecralarda bunun öncelikle bir insan hakları sorunu olduğundan yola çıkarak sorunu dile getirmeli ve Çin rejimine bu hak ihlallerine son verme çağrısı yaptırmalıdır. Konu hakkında uluslararası hukuktan kaynaklı her türlü önlemin alınması için çaba sarfetmelidir. Sorunu görmezden gelmek ya da yok farzetmek bu tarihi sorumluluğumuzu ortadan kaldırmıyor.
Çin’inparasına, siyasi ve ekonomik gücüne kananların sonunun ne olduğunu 1250 yıl önce Göktürk Yazıtlarında“Çinlilerin tatlı sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından birçoğunuz öldünüz” diyen Göktürk Hakanı Bilge Kağan bugünlere ışık tutacak şekilde yapmıştır.
Buradan işgalci Çin rejimine de 12 Aralık’ta ölüm yıldönümünü andığımız Hüseyin Nihal Atsız’ın o unutulmaz dizeleriyle diyoruz ki;
Mademki unuttunuz Kür Şad adlı Çeriyi,
Hatırlatırız size yağmur kokan o geceyi.
Sağlıcakla…
Av.Kürşat Orhan ŞİMŞEK