12 Aralık, Türk dünyasının en büyük romancısı Cengiz Aytmatov'un doğumunun 95. yıl dönümü.
Aytmatov denilince objektif düşünemiyor muyum? Sanmıyorum. Aytmatov'a her zaman bir pozitif ayrımcılık yapıyor olabiliriz. Ben yapıyorum mesela. Çoğumuzda da bu olabilir. Onun vasat kitabı diğer yazarlar oranla daha az mı? Evet, daha az bence. Yok diyemem ama daha azdır. Tabii bir de vasat, kime göre, neye göre? Yani şöyle ki, Aytmatov'un kendi kulvarı içinde vasat sayılabilir. Örneğin Gün Olur Asra Bedel'i okumuş birisi için Beyaz Yağmur veya Deve Gözü diyelim. Vasat sayılabilir ama Dişi Kurdun Rüyaları'nı yazmamış bir yazar, sadece Deve Gözü'nü yazmış olsaydı bile, "Bu ne kadar başarılı bir hikaye" diye düşünebilirdik. Demem o ki, Aytmatov'un vasatı bile kendi büyüklüğünün getirdiği bir hâldir.
Bozkırın İnsanlık Türküsü adlı bir kitabım var benim; Aytmatov'u anlattığım. Elbette akademik kaygı gütmekle birlikte benim esas düşüncem bir akademik kaygıdan da öte Aytmatov'a olan sevgimdi. Yani bir bakıma benim Cengiz Aytmatov'umu anlatmış oldum. Elbette kaynak vererek, alıntılar yaparak yaptım bunu. Sadece Aytmatov okumaları yapmadım, Aytmatov'la ilgili, Türkiye Türkçesinde yayımlanmış neredeyse bütün kitapları okudum mesela. Eserin farkı, içeriği olabilir.
Kitap üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde Cengiz Aytmatov'un Türkiye Türkçesinde yayımlanmış bütün eserlerinin incelemesini yapmaya çalıştım. Roman, hikaye, tiyatro oyunu ya da söyleşileri gibi? Bu incelemeleri ilk bölümde bulabileceksiniz. İkinci bölümde Cengiz Aytmatov ile bugüne kadar yapılmış pek çok röportajı derledim aslında. Kaynak belirterek, farklı mecralarda onunla yapılan röportajlardaki cevapların hepsi kendisine ait ve ben yeniden soru sordum. Böylece sanki Aytmatov ile ben röportaj yapmış oldum ki, âdeta bir roman kurgusu içerisinde uzun bir röportaj oldu. Röportaj Aytmatov'un hayata bakışını; edebiyata, dünyaya ve kendi hayatına dair görüşlerini yansıtması bakımından son derece önemli bir kaynak oldu. Çok önemli sözleri vardı o kısımlarda.
Üçüncü ve son bölüm ise benim Cengiz Aytmatov ile ilgili, uzun yıllara yayılan bir süreçte, çeşitli mecralarda, gazetelerde, dergilerde yazdığım yazılar yahut gerçekleştirdiğimiz söyleşiler ile ilgili çözümlemelerin olduğu bir bölüm oldu. Özetle üç bölümden oluşan bir Aytmatov derlemesi oldu diyebilirim.
Bu arada kapak fotoğrafını da çok önemsiyorum. 1980'lerin başında Sovyet Haber Ajansı tarafından çekilmiş bir fotoğraftır. O fotoğraf benim için çok önemli, şu anlamda önemli; bir Aytmatov kadrajı var orada. Çünkü fotoğrafa baktığımızda Cengiz Aytmatov var, bir at var, arkada bir dağ var ve bir bozkır var. Yani tam bir Kırgızistan panoramasıdır. Kaldı ki o fotoğrafın çekildiği yer Cengiz Aytmatov'un doğduğu köy, yani babasının köyü olan Şeker'dir.
Türkiye'de farklı kesimlerin farklı Aytmatov algıları var. Aslında Aytmatov ideolojik olarak değişmedi. Aytmatov en başından beri, yazarlık macerasının başlangıcından itibaren her zaman, bütün totaliter sistemlere karşı olan, özgürlükçü, demokrat bir yazardı. Aytmatov'da bir değişiklik olmadı. İçinde bulunduğu ülke, Sovyetler Birliği bir totaliter devletti ve sosyalist/komünist bir totaliter devletti. Aytmatov devletin tarzına muhalifti. Babasını öldüren, insanlara baskı kuran sisteme karşı muhalif bir duruş sergiliyordu. Nitekim Sovyetler Birliği çöktükten sonra bu sefer de totaliter kapitalizme karşıdır. Mesela son iki eseri, Kassandra Damgası ve özellikle de Ebedi Gelin. Bunlar tamamen bir kapitalizm karşıtı, baskıcı rejim karşıtı eserlerdir. Yani Aytmatov'un karşı olduğu şey, ideolojinin kendisi değil ideolojinin baskıcı olup olmadığıydı. İnsanı ön plana çıkarmayan her türlü ideolojiye karşıdır. Kaldı ki röportajında kullandığımız bir ifadesi var. "Benim dünya görüşüm her türlü ideolojik baskıcı sistemin karşısında durmaktır" der. O anlamda adalete de çok önem veren birisiydi. "Adaletin olmadığı yerde hiçbir güzellik olmaz" demişti. Bu anlamda Aytmatov'da bir değişiklik yok. Değişen, belki de içinde bulunduğu koşullardı.
Diğer kısma gelelim? Türkiye'de Aytmatov her kesimin okuduğu bir yazardır. Sadece aşırı uçlar ondan tatmin olmaz. Mesela sadece radikal sol değil radikal sağı da tatmin etmeyecektir. Çünkü onların beklentileri, kafalarında kurdukları şeyler çok farklı olabilir. Bu anlamda uçlardaki kişilerin Aytmatov'u takip edip benimsemeleri pek mümkün görünmüyor. Hangi ideolojiden olursa olsun. Çünkü Aytmatov da bu ideolojilerin uçlarından rahatsızdı. Mesela millîlik taraftarıydı ama ırkçı değildi yahut bir dine mensuptu ama dinci değildi.
İşin politik tarafını pek bilmemekle birlikte, Aytmatov'un Kırgızistan'da politika üstü bir şahsiyet olduğunu söylemek mümkündür. Kırgızistan'daki Aytmatov etkisi şu; bir kere ders müfredatı olarak okutuluyor. Yani belli başlı eserleri derslerde okutuluyor. Hatta Kırgızlar, bir sorumluluk olduğu için bundan bazen hoşnut olmuyorlar. Yani Aytmatov'u bizim kadar benimseyemeyen Kırgızlar da oluyor. Çünkü hayat böyledir; size bir şey baskılanırsa ondan soğursunuz. Ama şöyle bir şey var; ülkesinin en önemli markası Cengiz Aytmatov'dur. Bu anlamda da Kırgızlar tarafından bilinen, sevilen, çok kıymet verilen birisi ve "Aksakal" olarak da görülüyor zaten. Gurur duydukları bir şahsiyet? Tabii onun aksakallığı bizdeki atanmış aksakal gibi değildi!
Aytmatov'un yabancı dil bilmiyor oluşunu kaynaklardan öte bana Kırgızistanlı öğrenciler anlatmıştı. Hatta Aytmatov'un "Hayatta yapmayı çok istediğim ama asla öğrenemediğim iki şey oldu. Birisi yabancı dil öğrenmek. Öbürü de kamyon kullanmak" dediğini söylemişlerdi. Dolayısıyla, ana dili olan Kırgız Türkçesi var, bir de yabancı dil olarak Rusça biliyor. Rusça dışında, Batı dünyasının dillerini öğrenmemiş.
İki dilde yazması belki de evrensel olmasının önünü açıyor. Özellikle Rusça yazması. Yani Cengiz Aytmatov bilhassa 1970'ten sonra, Beyaz Gemi ile birlikte Rusça yazmaya başlıyor. İlk eserlerini Kırgızistan Türkçesi ile yazıyor. Ancak çok iyi Rusça biliyor. Nitekim daha sonra hacimli eserlerini Rusça yazmıştır. Rusçayı da çok iyi kullanıyor ve bu eserler Kırgızistan Türkçesine tercüme ediliyor. İlk başta bizatihi kendisi tercüme ediyor. Sonra artık vakit yokluğundan dolayı başkaları tercüme etmiştir.
Rusça bir dünya edebiyatı dilidir. Rus Edebiyatı diye bir üst sınıf var, malumunuz. Edebiyat dünyasında çok önemli. Eğer sadece Kırgızistan Türkçesi ile yazsaydı Kırgızistan'da tanınan, yerel bir yazar olurdu. Fakat Rusça sayesinde ve o dönemin Sosyalist Blokunun etkisi ile şöhret kazandı. Çünkü Sosyalist Bloka dahil olan diğer ülkelerde de Sovyet etiketi ile eserleri çevriliyordu. Dolayısıyla onun tanınırlığını iyice artırmış oluyordu. Bir de, Kırgızistan Türkçesi bir destan dili olarak gayet elverişli ancak roman bakımından yazılı edebiyatını daha yeni oluşturmuş bir lisandı. Yani şöyle, Aytmatov'un önünde örnek alabileceği Kırgızistanlı bir romancı falan yoktu. Onun örnek aldığı en büyük kişilik Kazak olan Muhtar Avezov oluyor. Kendi söylüyor zaten. Yani önünde bir öncü kalem de yoktu. Bu nedenle Rusçayı tercih etmesi gayet mantıklı ve gerekli oluyor. Onu uluslararası şöhrete ulaştıran da Rus dili biliyor olması oluyor.
Aytmatov diplomatlık yapıyor. Benelüks ülkelerinde büyükelçi. Önce Bağımsız Devletler Topluluğu, sonra Kırgızistan'ın büyükelçiliğini yapıyor ama o ülkelerin dilini falan öğrenmiyor. İhtiyaç olmamış olabilir, tercümanı falan da vardı muhtemelen. Zaten öğrenseydi, muhtemelen İngilizceden ziyade Almanca öğrenirdi. Çünkü Türkiye ve Kırgızistan'ın ardından en çok okunduğu ülke Almanya'dır. Alman diline çevrilen çok eseri olmuştur.
Aytmatov'un sosyalistliği maslahat icabı mıdır? Bence büyük ölçüde öyledir. Fakat büyük bir açmazın içerisindedir. Çünkü sosyalist bir ülkede olması ve o sosyalist ülkenin kültür politikaları, hâkim olan milletin dilini biliyor olması onu dünyaca ünlü bir yazara çevirmiştir. Yani bu anlamda biraz da sosyalizmin kültür politikaları onu Aytmatov yapmıştır. Ama aynı sosyalizm veya komünizm diyelim, onun hayatını mahvetmiştir. Önce babasını elinden almıştır, sonra da ona bütün kapıları kapatmıştır. Büyük sıkıntılar yaşatmıştır. Bu nedenle bir çelişki içerisindedir. Aytmatov'un sosyalist olup olmadığını şuradan anlayabiliriz. Sosyalizm yıkıldıktan sonra, yeniden bir sosyalist devlet olalım, Kırgızistan da sosyalist olsun, sosyalizm şöyle iyiydi, böyle iyiydi gibi beyanatı yok. Bilakis özgürlüklerden yana birisi. Dolayısıyla bir parti devletinde zaten doğal olarak parti üyesiydi ve ama sorunuzdaki muradı anladım. Metazori bir üyelikti. Yoksa gönülden, samimi bir komünist olduğunu düşünmüyorum. Eleştirileri de şöyle aslında? Sovyet tarihini iyi bilmek gerekiyor ve dünya tarihinin en önemli, en büyük katillerinden birisi olan Stalin'i de? Katilin ölümünün ardından Sovyetler Birliği'nde "Destalinizasyon" denilen bir dönem başlıyor. Yani Stalin dönemindeki büyük ölçekli insan hakları ihlalleri, ölümler, sürgünler? Özellikle iç siyasette uyguladığı politikalar bir anda terk ediliyor. Buna Destalinizasyon deniliyor. Dolayısıyla edebiyata da bu yansıyor. Yani Stalin dönemi kıyasıya eleştiriliyor. Lenin idealize edilip övülüyorken Stalin eleştiriliyor. Aytmatov'un da Stalin dönemi üzerinden çok ciddi sosyalizm eleştirileri vardır. Ancak bunu yaparken çoğu zaman semboller kullanır. Beyaz Gemi mesela, baştan sona alegori anlatısıdır. Geminin renginden çocuğun adının olmamasına, kötü karakter Orozkul'un soyunun devam etmemesinden dürbüne kadar hepsi semboldür. Keza "mankurt" diye bir efsanevi kavramı kazandırmıştır literatüre? Bunların hepsi aforoz edilmeden yazabilmesinin anahtarları olmuştur.