Ortak bir dostumuzun telefonuma attığı mesajla başladı her şey. "Hocam, haber doğru mu?" diyordu. Elbette anlamadım, "ne haberi?" diye sorduğumda, "Serkan ağabey" dedi ve sonrasında, iki gün önce gerçekleşen olayı ben daha yeni duymuş oldum.
Serkan Parlak'a veda etmenin en doğru yolu onun hakkında bir yazı yazmak olmalıydı. Çünkü kendisi bir kalem erbabıydı. Benim yirmi yıllık dostumdu. Onunla tanışmam 2005 yılının Ocak ayında olmuştu. Edirne Keşan'da kısa dönem askerlik yapıyorduk. İkimiz de öğretmendik ve onunla bugüne kadar sürecek dostluğumuz o günlerde başlamıştı.
Malum, asker arkadaşınız çok olur. Ancak sivil hayata döndüğünüzde hepsiyle görüşmezsiniz. Serkan Hoca benim için öyle değildi. Bir kere, ikimiz de kitaplara tutkunduk. O, çok iyi bir edebiyatçıydı. Ondan çok şey öğrenmiştim. Ne kadar doğrudur bilemem, o da benden öğrendiğini söylüyordu. Daha sonra ilişkilerimiz hep devam etti. Genelde görüşüyorduk.
2009 yılında İletişim Yayınları'ndan piyasaya çıkan "Kırmızı Beyaz Siyah Samsunspor" adlı kitabımda Serkan hocanın da bir yazısı vardı. Bozüyük'ten Samsunspor'un nasıl göründüğü ile ilgili şahane bir yazıydı. Yazıyı özellikle istemiştim. Çünkü onunla askerdeyken futbol sohbetleri de yapardık. O Fenerbahçeliydi. Ama Samsunspor'a, özellikle Menteşoğlu dönemi Samsunspor'una çok büyük bir sempatisi vardı. Bu ilgisi sonra da devam etti. Evet, kitabımda onun da bir yazısının olmasını bugün mutlulukla anıyorum. O yazıya büyük anlamlar yüklemişti. Kitapla ilgili bir eleştiri yazısı yazmıştı ve Radikal Kitap'ta çıkmıştı. Yıllar sonra söylediği şey şu oldu: "Radikal Kitap'taki ilk inceleme yazım benim yolumu açtı?" Fakat bence bu, onun başarısıydı. Zaten iyi bir edebiyatçı ve tenkitçi olduğu ortadaydı.
Serkan Hoca'mla görüşmelerimiz yıllarca devam etti. Onun "Ormanın Kıyısında" adlı uzun öykü kitabı çıkmadan önce ben okumuştum. Hatta o kitapla ilgili bir inceleme yazısı da yazmıştım. Sonra ben İstanbul'a taşındım. İstanbul'a taşındıktan sonra da zaman zaman yüz yüze ama genelde telefon aracılığıyla çok sık görüşürdük Ben editörlük yapıyordum. O da editörlük yapıyordu. Bir yandan öğretmenliğe de devam ediyorduk. Ortak dostlarımız oldu. Birlikte üç kitap çalıştık. İyi ki de çalışmışız.
Serkan Hoca denince benim aklıma gelen ilk şey, çok iyi bir insan olmasıdır. Evet, gerçekten o çok iyi bir insandı. Kaderin cilvesi, ikimiz de nahif, barışçı, kitap sever ve şiddet karşıyı kişilerdik ama askerde tanışmıştık. O, çok temiz kalpli, iyi niyetli, yardımsever birisiydi. Edebiyatı iyi bildiği gibi, titiz bir okurdu.
İnsanın konuşmaktan mutluluk duyduğu kişiler olur etrafında. Ortak beğenileri olur. Birbirlerine çok şey öğretirler. Dostluklarda öğreticilik önemlidir. Birbirinize bir şeyler öğrettiğiniz gibi ortak konulardan da söz edersiniz. Hele bizim gibi kitap severler için en önemli sorunlardan birisi kitapları konuşacağınız insan sayısının hayli az olmasıdır. Serkan Hoca ile kitapları konuşabiliyorduk. Bu gerçekten çok kıymetli bir şeydi.
Bence ölüm gidenin değil, kalanın meselesidir. Onun bende oluşturduğu boşluğu, zor günlerimde gösterdiği vefayı ve ertelediğimiz buluşmaları nasıl telafi edeceğimi hiç bilemiyorum. Vefatı hem ani hem de çok erken oldu. Dediğim gibi, üzüntümü dile getirebilmek için Serkan Parlak gibi birinin ardından sadece yazı yazmak gerekiyordu. O yazıyı yazdığımı düşünüyorum.
Mekanın cennet olsun sevgili kardeşim, değerli dostum. Sen benim ahir ömrümde yer edinen, erken göçmüş gitmişlerin en önemlilerinden biri oldun. Seni her zaman güzel hatırlayacağım.