İzzet Bey Apartmanı adlı romanım piyasaya çıkalı neredeyse üç sene olacak. Ancak ben onunla ilgili bir şeyler yazmadığımı yakında fark ettim. Yazarın kendi eserinden bahsetmesi daima zor bir şeydir bana göre. Ama bir şeyler yazmasam olmaz.
"Nihayetinde bir apartman tek başına betondan yapılmış, cansız bir yapı gibi görünse de orada yaşayan insanlar ve o insanların da hikâyeleri vardır. Bu hikâyelerin bazıları haksızlığa uğrayanların acılarıdır, bazıları ayrı düşenlerin sızıları... Bazıları mutluluk doludur, bazıları pişmanlık...Güller açanları da vardır, yaralı olanları da... Bazıları ise üç günlük dünyada bir gün bile göremeyenlerin hikâyeleridir. Ve hayat bir tek hikâyeden ibaret değildir!" diyordum romanın bir yerlerinde. Üsküdar'da bulunan bir apartman üzerinden Türkiye'nin yüz yıllık tarihine kapı aralamaya çalıştım İzzet Bey Apartmanı'nda.
Romanı ana anlatıcının roman içindeki romanıyla devam ettiriyor ve okuru 1919'un Samsun'una götürüyorum. Apartmana adını verecek olan İzzet Bey, genç bir hekimdir ve tam da o 19 Mayıs günü Reji İskelesi'ndedir. Sonrasında milletinin kurtuluş savaşında yer alacak, yolu İstanbul'a düşecek ve emeklilik zamanında adını taşıyan bu apartmanı yaptıracaktır. İşte bu dört katlı apartmanın üç farklı dönemdeki sakinlerinin hikayelerini anlatıyorum.
Okurlardan çok güzel yorumlar aldım. Benim Tuna'nın Türküsü ve Yola Düşen Gölgeler romanlarından aşina olunan tarzımın bu romanda da bulunduğunu, dilin çok akıcı olduğunu, romanı okurken adeta bir film seyreder gibi hissettiklerini yazdılar mesela...
Evet, burada da yine farklı coğrafyalara gidiyorsunuz. Bu romanda Sinop, Kürtün, Tirebolu, Kırgızistan, Saraybosna, Üsküdar ve tabii ki Samsun var. Yine türküler, yine şiirler dinliyorsunuz. Araya serpiştirilmiş aşk öyküleri, yine bir Çerkez dansı ve Balkan seyahati... Ayrı ayrı gelişen ama bir şekilde birleşen hikayeler toplamı da var. Dediğimiz gibi, benim roman tarzım bu biraz da...
İzzet Bey Apartmanı'nda sizi 1970, 1995 ve 2020'nin Türkiye'sine götüreceğim. Çeyrek asır arayla bu binada oturan insanların öyküleri kimi zaman içimize dağlarken, kimi zaman yitirdiklerimizi hatırlatacak.
Yola Düşen Gölgeler romanımda karşımıza çıkan Gazeteci Ömer, burada da yer edinecek kendisine...
Bir röportajımda şunları söylemiştim: "Ben bir şehir romancısıyım. Şehri seviyorum. Şehirlerin, oralarda yaşayan insanlar sebebiyle bizatihi canlı olduklarını düşünüyorum. Hikayeler şehirlerde. Mesela işlek bir caddeye çıkıp, bir köşe başında yarım saat durun... Ya da bir otobüs durağında yirmi dakika bekleyin. Önünüzden bir sürü insan geçecektir. Hepsinin, hepimizin hikayeleri var. Dertlerimiz, günahlarımız, ümitlerimiz... Bütün o hikayeler önünüzden akıp geçecektir."
Nitekim burada bir şehir romanı ile karşı karşıyasınız. Yazıyı yine kitaptan bir alıntı ile bitirelim:
"Aslında "Sensiz yaşayamam" derken, " Sen olmazsan ölürüm" denilmiyordu. Evet, insan hayatına devam ediyordu. Ölmüyordu fakat pek yaşıyor da sayılmazdı. Çünkü onsuz yaşanan şeyler hep eksik, hep yarım, hep yaralanmış oluyordu."