Uzun zaman önce okuduğum bir romandan söz etmek istiyorum sizlere?
Günlerce süren bir okuma serüvenine sebep olan, oldukça hacimli bu eseri öyle birkaç satırla geçiştirebileceğimi ve aradan yıllar geçse de başkalarına bahsini etmeyeceğimi hiç sanmıyorum. Bazı eksiklerine rağmen ?hatta fazlalarına bile diyebilirim- çok iyi bir roman Masumiyet Müzesi. "Eğer İstanbul'da yaşıyor olsaydım ilk iş hemen müzeye giderdim." diye düşünmüştüm kitabı okuduğum ilk zamanlarda. Başta gidemedim ve onun yerine internette hem müze hem de kitap için yazılmış sayfalar aradım; yorumları okudum. Tabii sonrasındaki İstanbul'a ilk gidişimde, Çukurambar'daki müzeyi dolaştım.
Kitap biteli yarım saat kadar olmuştu ve okurkenki son bir saatinde mideme çöküveren o ağırlık, kalbime bulaşan o sızı devam ediyordu. Etkilendim mi? Evet. Füsun ismi içimde bir yaraya dönüştü mü? Evet?
Kitabın sonlarında, 'Yalnızca âşıkların değil, bütün bir alemin, yani İstanbul'un hikâyesi olduğunu da anlayacaklardır' demiş Pamuk. Evet, bu roman sadece bir aşk romanı değil bir İstanbul merkezli, eskilerin Türkiye'sinin de romanıdır.
Eserin olumsuz taraflarından en önemlisi haddini aşan sevişme sahneleriydi. Neden olumsuzdu? Ahlaken mi? Pek değil. Zira Kemal'in aşkının dibacesi cinsellik olarak görülüyor. Buna rağmen sekiz sene boyunca o hissiyatını, dürtüsünü frenleyerek o eve gidip gelebilmesidir bana saçma görünen. Bu benim fikrim tabii; yoksa Kemal'in yaşadığı şeyin bir aşktan öte belki bir saplantı, tutkunluk olduğunu da söyleyebiliriz. Gerçi o zaman bu fikrim yine değişmeyecektir, ayrı mesele. Aşk o mudur derseniz, aşk izafidir demek isterim. Binlerce tarifi, tezahürü vardır. Bu da onlardan biridir.
Okurken gerçekten sabırlı olmanız gerekiyor. Fakat bu, anlatımın tıkanmasıyla ilgili değil bence; hacmin fazlalığından. Yoksa, akıp giden ve kendi okutan bir roman.
Aşk bir hastalık halidir. O duyguyla ömür geçmez. Kalbinizde bir ağrı vardır ve dinmez. Ben Pamuk'un aşkın hallerini verişini sevdim. Gel gitler, duygu evrilmeleri, vaz geçemeyiş, gururunu hiçe sayması, mazeretler üretme, kıskanma, bekleme, hayal kurma, o kalp ağrıları, bakışlar, dokunuşlar, uykusuzluklar, hayatı ondan ayrı da olsa onunla yaşıyor olma halleri? Her ayrıntıyı günbegün hatırlaması? Çok başarılıydı bence. Çok beğendim.
Okuduğum bir başka aşk hikayesinde de erkek, kızdan bir iz taşıdığını düşündüğü sinema bileti, aldıkları kitabın ya da yedikleri yemeğin fişi, verdiği çiçek gibi somut şeyleri saklıyordu. Yürüdüğü sokakları, bindiği minibüsü, girdiği kitapçıyı adeta kutsallaştırıyordu. Tabii Masumiyet Müzesi'nde bu durum çok daha bariz ve çokça var. Bu nedenle Kemal'in yaptığı şeyi çok iyi anlayabiliyorum. Aşka dairdir bunlar. Aşk semboller, kutsallar, şifreler üretebilir. Yürüdüğü yolun, giydiği kıyafetin, saçına taktığı tacın, dinledikleri bir şarkının, baktıkları bir manzaranın; hepsinin anlamı vardır. Bu anlamda romanda eksik olduğunu düşündüğüm bir şey, Kemal'le Füsun'un sadece ikisinin bildiği, ortak bir şarkıları da olabilirdi. Unutamam Seni, mesela...
Romanın özü zengin oğlan fakir kız klişesi gibi görünse de durum hiç öyle değil. Tamam, Yeşilçam melodramlarını andırmıyor mu? Andırıyor ve aslında belki, tam da o yüzden bu kadar kalbimize işledi bu hüzzam aşk romanı.
Kurgu olduğunu bile bile "değilmiş, gerçekmiş" gibi hissetmemize de bu duygu sebep oldu belki de?
Velhasıl, okumakta çok geç kaldığım romanlardan biri de Masumiyet Müzesi'ymiş.