Bir Karadeniz sahil şehrinde yaşayıp da yokuşlardan bahsetmemek pek mümkün değildir. Ölü falezlerin, denizin hemen dibinde başlayan tepelerin hakim olduğu bir coğrafyadır Karadeniz Bölgesi.
Samsun da bu “sahil ardı tepecik” durumundan nasibini almıştır elbette. Unkapanı yokuşu, Belediye Evleri yokuşu, Eski Stat yokuşu, Cedit yokuşu, Kadıköy yokuşu, Barış Bulvarı Yokuşu, Duruşehir yokuşu, Lise Caddesi yokuşu, Kireçtepe yokuşu, Sigorta Hastanesi yokuşu, Cezaevi Mahallesi yokuşu ve diğerleri… Hepsi de farklı hatıralar barındırır çoğumuz için.
Aslına bakarsanız yokuşları inmesi güzeldir ama ya çıkması? Kaç kere “bir tanıdığa rast gelsek” diye bakınılır etrafa. Kolej tarafına gidecekseniz mesela, Fevzi Çakmak, İlyasköy hattına çıkacaksanız yani, Gürbüz Camii’nin önündeki o merdivenleri, kim bilir, kaç defa çiğnemişsinizdir? O yokuşlarda ne hayaller kurmuşsunuzdur? Hele ki, şu an olduğu gibi akıllı telefonların falan olmadığı zamanlarda. Diyelim ki, öğrencisiniz, bazen bir yazılı değerlendirmesini, bazen Samsunspor’un hafta sonundaki maç kritiğini yapmış, bazen de sevdiğiniz kızın ya çocuğun nasıl olup da aşkımıza karşılık vermediğini bir arkadaşımıza anlatmışızdır…
O yokuşların dili olsa da anlatsa kim bilir ne hikâyeler çıkar? Gurbette kolej okuyan talebeler de Çiftlik voltasından sonra yürüyerek çıkarlardı o yolu, eski SSK Hastanesi’nden dönen bir hasta da belki dertli, belki mutlu çıkardı yukarıya…
Bir şehrin yokuşlarının olmasını önemsemek lazım. Bozkır ortasındaki dümdüz şehirler ya da ova şehirleri nispeten basit değil midir? Her yer aynı… Birbirine çok benzeyen bir topoğrafya. Ama yokuş demek, öncelikle yön bulmak da önemli bir kavramdır; hepsi birbirine benzeyen düz caddelere inat yokuşlar farklı farklıdır.
Sonra, yokuşlar hayata dairdir. Çünkü insanoğlu hayatta da hep aynı yoldan yürümez. Bazen inişte yokuş ona yardım eder, hızlandırır. Bazen ise karşısına bir dağ gibi dikiliverir. Hele bir de kış günüyse eğer bu kez çıkmak değil inmek güçleşir. Çünkü kar yağışı rolleri değiştirmiştir. Karlı yolda çıkan değil, inen zorlanır ve düşer. Karda düşmemek için hep dikkatli olmak ve tabiri caizse frenleyerek gidip, balataları yakmak zorunda kalırsınız.
Ama baktığınız zaman yokuşların ve yokuşlardaki yürüyüşlerin kendine has bir havası ve hikayesi vardır. Yokuşu çıktığınız zaman şehre yukarıdan bakabilir, denizi dahi görebilirsiniz mesela.
Zorlukları yok mudur? Tabii ki vardır. Yorucudur. Ancak spor yapmanızı bile sağlar, sağlıksız sayılmaz yani.
Böyle bir istatistik olduğunu sanmıyoruz lakin sanki şöyle bir durum var. Mesela 2. hat dolmuşları. Çarşıya inerkenki yolcu sayıları, çarşıdan gelirkenkine göre daha az olmalıdır. Çünkü insanlar yokuş inerek ve yürüyerek Çiftlik’e, Meydan’a gidebilirler ve bunu tercih edebililer ama dönüşte yokuşu çıkmak meşakkatli bir iş olacağı için, bu kez araç kullanmayı tercih edebilirler.
Velhasıl, Samsun’u seviyorsak eğer buna her birinin farklı hikayesi olan yokuşları da dahildir…
Çünkü biz hayatı o yokuşlarda öğrendik; sevmeyi, arkadaşlığı, sırdaşlığı, kavga etmeyi, yorulmayı, sabretmeyi…
Ama Samsun’a aşık bir kalem, pekâlâ bu sefer Atakum’un düzüne de methiyeler dizebilir. Siz ona bakmayın, zira memleketinin yokuşu da hoştur, düzü de!