Öncelikle bir yanlışı düzeltmemiz lazım. Şöyle ki, genel bir yanlış yaparak, şive olarak adlandırdığımız şey aslında ağızdır. Yani Karadeniz şivesi, Doğu şivesi, Ege şivesi tabirleri galat-ı meşhurdur, doğruları Karadeniz ağzı, Doğu ağzı, Ege ağzıdır. Dolayısıyla bu yazıda Samsun ağzını anlatmaya çalışacağız.
Samsun, şahsına münhasır bir vilâyettir. Yani bir, 'tek kültürlülükten' söz etmek mümkün değil. Herşeyden önce sahil kısmı ile iç kesimler arasında yemek kültüründen, iklime, ağızdan, kıyafet tercihine kadar pek çok farklılık vardır. Buna bir de göç aldığı yerlerden gelen gelenekleri de ekleyince, liste hayli kabaracaktır. Öyle ya, göç aldığı coğrafya ta Balkanlardan, Kafkaslara kadar uzanıyor, Türkiye içindeki yerler hariç üstelik… İşte bu nedenle Samsun ağzı dediğimiz zaman, ilin genelinden ve farklı şeylerden söz etmemiz gerekiyor.
Türkçeyi en iyi kullanan insanlardan birisi de olsanız bu, memlekete dönünce pek bir şey ifade etmez. Memlekete dönmekten kasıt, kısa bir bayram tatili de olabilir bir düğün ya da cenaze de…
Mesela Samsun’a döndüğünüzde daa’larınız eksik olmaz. Farkına bile varamazsınız ama bir bakmışsınız ki ‘pat’ diye bir ‘daa’ çıkmış ağzınızdan. Sohbetin en keyifli yerinde ‘siz de gelin daaa’ deyiverirsiniz. Bu daaalar, bazen soru eki yerine geçer. Anladınız daaa?
Halbuki İstanbul’da hatırı sayılır bir akademisyen de olabilirsiniz bir yönetici de. Ama fark etmez. Artık memlekettesinizdir. Çocukluk arkadaşlarınızla o eski halı saha maçlarına dönersiniz bazen, bazen de alt mahallede yediğiniz bir dayağı konuşur, gülersiniz. Çünkü Samsundasınızdır!
Bir de, bazı k’leri g’ye çevirirsiniz ister istemez. Mesela ‘koca kafa’ diyemez ‘goca gafa’ dersiniz ya da ‘gocagarı’. Birine kızmışsanız, ‘bırak ya, gazmanın teki o!’ deyiverirsiniz. Kavaklıyım yerine ‘Gavaklıyım’ denilir. ‘Çok gonuşma’ dersiniz ama küreğe gürek demezsiniz ya da kirliye girli! Yani, her k’de o dönüşüm olmaz o. Nerede olacağını yalnızca Samsunlular bilir. O yüzden fazla garıştırmamak lazım!
Elli beş mevzuu ayrı bir hikayedir zaten. Çünkü biz Samsunlular elli beş ya da elliyi gayet normal bir şekilde söylediğimizi zannederiz ancak yabancı birisi, sohbetin ortasında pat diye soruverir: “Samsunlu musunuz?”
İlçelere bakalım biraz da… Mesela, bizim Çarşambalılar, Türkçeyi kendilerine has bir biçimde konuşurlar. Yanlış ifadesiyle ‘Çarşamba şivesi’, doğru ifadesiyle ‘Çarşamba ağzı’ denilen bu konuşma biçimi hayli eğlenceli ve özgündür.
Mesela, eğer Çarşamba’da bir maç seyrederseniz şöyle cümleler duyabilirsiniz;
‘Dopu dekmükliyen hau dobçu cetten fızlım gidiy!’
‘Ula gerüdeki yienüm, bori gel bori!’
Ya da, ‘çangal boylu Mıstıa toplan geliiken, düşiy…’
Ne anlama geldiğini Çarşambalılar rahatlıkla anlar ama biz yine de İstanbul Türkçesiyle yazalım. Birinci cümlede ‘topa tekme atan şu futbolcu jetten bile hızlı gidiyor’ diyor. İkinci cümlede, ‘Defansta oynayan oyuncu, buraya gel!’ demek istiyor. Üçüncüdeyse, ‘Sırık boylu Mustafa topla geliyorken, düşüyor’ diyor.
Görünen o ki, Türkçenin özgün konuşma alanlarından birisi olan Çarşamba, tarihî olarak Canik Sancağı ve Çepni Türkmenlerinin etki sahasındadır.
Malazgirt’ten sonra büyük bir sürat ve intizamla Türkiye topraklarına yerleşmeye başlayan Türkmen boyları toplu hareket ediyorlardı. Oğuzların, Çepni boyuna mensup obalar da ağırlıklı olarak Danişmentlilerin hakimiyet alanlarında bulunuyorlardı. İlk aşamada bugünkü Karadeniz Bölgesi’nin iç kesimlerine yerleşen Çepniler, daha sonra Samsun, Sinop sahillerine sonrasında ise Tokat üzerinden Harşit Çayı vadisinden itibaren Giresun havalisine yerleştiler. Nihayetinde Çepnilerin bir kolu, bugünkü Orta Karadeniz sahil kesimine iyice yerleşmiştir.
Bütün bunlardan söz etmemizin sebebi ‘Çarşamba ağzı’ dediğimiz konuşma biçiminin özünde Çepni/Türkmen kültürünün bir unsuru olarak kabul edilmesi. Bazı farklılıklarına rağmen aynı kelimelerin Ordu/Giresun yöresinde de varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Örneğin yukarıda yazdığımız, lafları bir Giresunlu da büyük ölçüde anlayabiliyordur.
Tarihi süreçte ‘Arım’ adıyla da bilinen Çarşamba yöresi Osmanlı’nın son asrında Kafkasya’dan göçler almıştır. Çoğu, Çerkes kökenli olan bu Müslüman topluluklar zaman içinde Türkleşirken, Çarşamba yöresi ağzından ve kullanılan kelimelerden de doğal olarak etkilenmişlerdir.
Çarşambalı ünlü yazar Ferhan Şensoy, eserlerinde bu ağzı kullanır ve hayli eğlenceli bir şekle dönüştürür. Hatta bu Çarşamba ağzının sinemada, tiyatroda, mizahta bile ciddi bir potansiyeli vardır.
“Abular, agalar; ben bişe biliym de diyiim a…”
Kavak, Ladik, Asarcık, Havza, Vezirköprü muhitini kapsayan iç kesimler ise sahilden oldukça farklıdır. İkliminin sertliği, ulaşım şartlarının kısıtlı olması gibi etkenler tarihi süreçte oraları sahilden çok Amasya, Merzifon, Tokat kültür havzasına dahil etmiş görünüyor. Basit bir misal; pide orada yoktur ama tirit vardır!
Aynı kültür dairesine mensup bu Samsunlular ise benzer bir konuşma biçimi sergilerler. Örneğin, örneğin yoktur oralarda; “orneğin” vardır. Yani bir Kavaklı, ya da kendisinin deyişiyle Gavaklı, 'gonuşurkene' belli olur.
İç bölge ağzında kelimenin ilk yumuşak ünlüsü, sert söylenir. Mesela görüntü yerine gorüntü denilir. “Köpeğin burnu, kurdun gözü keskindir.” Demek yerine “Kopeğin burnu, gurdun gozü keskindir.” denilir. “Şunu getir” yerine “Şunu gotü” denilir. “Kendileri gidiyorlar da beni göndermiyorlar” yerine ise “Gendüleri gidiyala da beni gondermiyala…”
Doğrudur, anlatırken belki İngilizce öğrenmek kadar zor geliyor insana lakin işin içinde olunca hemen oğreniyanız; aman, yani öğreniyorsunuz!