"Anne, ayrılıyoruz ama ya babam arpten dönerse ne olacak? Ya ben sevgili Alina'mı (Halina) tekrar görebilecek miyim?"
Gülcemal gemisinin yağmurlu güvertesinde, annesinin gözyaşlarını saklamaya çalıştığı o anda, 14 yaşındaki Asan'ın yüreğinden dökülen bu sözler sadece bir çocuğun değil, bir halkın içten içe duyduğu kaygının sesiydi.
Onun adı Hasan'dı belki, ama herkes ona "Asan" derdi. Çünkü Trakya'da, Rumeli'de "h" harfi, harf değil, bazen yük olurdu söze.
Bir Rumeli Türkü ya da Trakyalı bir büyüğünüz size "Asan oğlum nasılsın?" diye sesleniyorsa, bilin ki burada bir telaffuz hatası değil, derin bir kültürel geçmiş, bir dil geleneği konuşuyordur. Trakya'da, Balkan göçmeni ailelerde, "Hasan" ismi genellikle "Asan" diye söylenir. "Hatice" ismi "Atice" olur. "Hamur" "amur", "helva" da "elva"ya dönüşür. Çok kullanılan hayat kelimeside "ayat" olur. Peki neden?
Bu mesele sadece bir harfin eksilmesi meselesi değildir. Bu, Rumeli Türklerinin kimliğini, geçmişini ve yaşanmışlıklarını taşıyan bir ağız özelliğidir. Gelin birlikte bu ilginç ama anlamlı özelliğin kökenlerine doğru kısa bir yolculuğa çıkalım.
Türkler, Osmanlı'nın fetihleriyle birlikte 14. yüzyıldan itibaren Balkanlar'a yerleşmişlerdir. Anadolu'dan gelen bu insanlar, Arnavutluk'tan Bosna'ya, Bulgaristan'dan Makedonya'ya kadar çok geniş bir coğrafyada Türkçe konuşmuş, ama aynı zamanda çevrelerindeki dillerle de iç içe yaşamışlardır. Aradan geçen yüz yıllar boyunca, Türkçeleri o bölgenin dil renkleriyle yoğrulmuş, şekillenmiş, kendine özgü bir ritim kazanmıştır.
Bu coğrafyada konuşulan birçok yerel dilde "h" sesi ya hiç yoktur ya da çok sınırlı kullanılır. Örneğin Bulgarca ve Makedonca' da "h" sesi oldukça nadirdir. Dolayısıyla bu dillerle sürekli temas hâlinde olan Türkler, zamanla "h" sesini yutarak konuşmaya başlamışlardır. Bu, tıpkı denize atılan taşın çevresinde oluşturduğu halkalar gibi, zamanla konuşma dilinde kalıcı bir halka haline gelmiştir.
Dilin zaman içinde sadeleşme ve kolaylaşma eğilimi gösterdiği bilinen bir gerçektir. İnsanlar, özellikle hızlı konuşmalarda, zor çıkan sesleri ya sadeleştirir ya da düşürürler. "H" harfi boğazdan çıkan, nispeten daha çok enerji isteyen bir sestir. Rumeli Türklerinin ağzında bu sesin düşmesi hem pratik bir kolaylık hem de yüzyıllar içinde oturmuş bir alışkanlık haline gelmiştir.
Ne yazık ki bazen bu durum alay konusu yapılabiliyor. Oysa bu telaffuz farkı bir eksiklik ya da hata değil, Rumeli Türklerinin kültürel belleğini taşıyan doğal bir özelliktir. "Asan" dendiğinde biz orada sadece bir harfin eksikliğini değil, Balkan dağlarını, göç yollarını, limanları, tütün tarlalarını, Gülcemal gemisinin güvertesinde ağlayan çocukları duyarız. Bu ses, bir hafıza sesidir.
Bu telaffuzlar; Arnavutluk'tan Edirne'ye, Kırklareli'nden Tekirdağ'a kadar uzanan koca bir Türk dünyasının sesidir. Bu sesin içinde hem hasret hem sevinç hem de Anadolu'yla Balkanlar arasında kurulmuş dilsel bir köprü vardır.
Rumeli ve Trakya Türklerinin "h" harfini telaffuz etmemesi, tarihsel göç hareketleri, Balkan dilleriyle etkileşim, ağız özellikleri ve yerel kimlik duygusunun birleşimiyle oluşmuş doğal bir dilsel özelliktir. Bu farklılıklar, Anadolu'daki bölgesel ağızlar gibi Türkçenin zenginliğini ve kültürel çeşitliliğini gösterir.
Dil sadece bir iletişim aracı değildir; aynı zamanda bir milletin ruhunu, tarihini ve kültürünü taşır. Eğer bir gün etrafınızda birilerinden "Atice" veya "Asan" diye bir ses duyarsanız, bilin ki o sadece bir isim değil, Balkanlardan gelen sıcak bir yelin taşıdığı hatıradır.