Emin Erman

Samsun'un Sessiz Göçü: Bir Şehrin Hafızasında Mübadele

Emin Erman

"Kavala'dan ayrıldıkları o yağmurlu günde, gökyüzü de ağlıyordu?
Asan, eşyaları arabaya yerleştirdikten sonra dönüp doğduğu eve son bir kez baktı. Pencerede, bülbüllerin yaz sabahlarında konup şarkılar söylediği o çiçek saksıları hâlâ oradaydı. Annesi Hatçe kadın, ağlamamak için dudaklarını ısırıyor, gözyaşlarına direniyordu. Her şey bir düş gibiydi. Asan, neye daha çok yandığını bile bilmiyordu: babasız, bilinmez bir diyara gitmeye mi, Halina'sını bir daha göremeyecek olmanın sızısına mı, çocukluğunu bıraktığı sokaklara mı, yoksa toprağa emanet ettikleri mezar taşlarına mı?
Geminin güvertesine çıktıklarında Kavala, denizin öte yanında küçücük bir siluete dönüşmüştü. O an Asan'ın gözleri doldu. Dayanamadı, sessizce hıçkırarak ağlamaya başladı. Ellerinden tuttuğu küçük Kız kardeşleri abilerinin daha evvel hiç ağladığını görmedikleri için onlarda durumun vahametini anlayıp ağlamaya başladılar. Asan yüreğindeki yükle annesine döndü ve titreyen sesiyle sordu:
? Ana... Ayrılıyoruz ama ya babam savaştan dönerse, bizi orada bulamazsa? Ya Halina'mı bir daha hiç göremezsem?
Hatçe kadın başını eğdi. Cevap veremedi. Gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte dudaklarından sadece şu söz döküldü, içini yakan bir dua gibi:
? Ağlama Asan? ağlama?"
Samsun, hepimizin zihninde Kurtuluş Savaşı'nın ilk adımıyla yer etmiştir. 19 Mayıs'la, Bandırma Vapuruyla, Atatürk'ün karaya bastığı o tarihi sabahla? Fakat aynı şehir, 1924'te yaşanan bir başka "ilkle de yüzleşmiştir: Sessiz bir ayrılıkla, sessiz bir kalabalığın gelişiyle.

1923 Lozan Antlaşması'nın ardından, Samsun da nüfus mübadelesinin etkisi altına girdi. Karasu Nehri'nin batısında yaşayan Müslüman ahalinin Türkiye'ye; Samsun ve çevresinde yaşayan Rum Ortodoks nüfusun ise Yunanistan'a gönderilmesi kararlaştırıldı. Böylece yüzyıllardır bu topraklarda komşuluk eden insanlar, bir gecede yabancı ilan edildiler.

Bu olay, tarih kitaplarında diplomatik bir anlaşma satırı olarak yer alsa da gerçekte sokaklarda yankılanan boş adımlar, kapanan dükkanlar ve mezar taşlarında yarım kalmış dualardı.

Rum ahalinin büyük kısmı, Samsun'un ticaretinde, zanaatında, denizcilik kültüründe önemli roller üstlenmişti. Giderken yalnızca evlerini değil; yıllarca ördükleri sosyal ve ekonomik ağı da geride bıraktılar.

Yerlerine gelen mübadiller? Onlar da kolay gelmediler. Kimisi Drama'dan, kimisi Kavala'dan, kimisi Girit'ten. Yanlarında taşıdıkları yalnızca valizler değil; dilini tam bilmedikleri bir memlekette yeniden kök salma umuduydu. Kimi geldiği yerde tütün tüccarıydı, burada toprağa küsmüş bahçeleri canlandırmak zorunda kaldı. Kimi ustaydı, fakat terk edilmiş dükkânlar ona hâlâ başkasının kokusunu hatırlatıyordu.

Bu değişim Samsun'un demografik yapısını kökten değiştirdi. Yeni gelenlerle birlikte şehir; yeni yemeklerle, yeni giysilerle, farklı şivelerle, bilinmedik ezgilerle tanıştı. Fakat bu kültürel zenginleşme, başlangıçta sancısız olmadı. Yerli halk ile mübadiller arasında hem sosyal hem ekonomik uyum sorunları yaşandı. "Misafir mi kaldılar, yoksa ev sahibi mi oldular?" sorusu uzun yıllar insanların gönlünden silinmedi.

Bugün şehrin kenarında kalan eski bir taş ev, harabeye dönmüş bir kilise kalıntısı ya da kıyıda unutulmuş bir eski iskele; belki de bize bu tarihin sessiz tanıklığını yapıyor. Her biri "gidenin izi, gelenin sesi" olmuş gibi?

Samsun'un Kurtuluş Savaşı'ndaki kahramanlığı ne kadar önemliyse; mübadeleyle yaşadığı bu sarsıcı değişim de bir o kadar anlatılmaya değer. Çünkü gerçek tarih, sadece zaferlerin değil, vedaların da toplamıdır.


Bir liman, sadece gemilerin gelip geçtiği bir yer değildir; geride bırakılan anne dualarının, çocuk gözyaşlarının, koparılmış hayatların sessiz tanığıdır.
Samsun hâlâ hatırlıyor? Zelgüstü vapurunun güvertesinden el sallayan küçük bir çocuğun korkusunu, annesinin gözlerine sinmiş belirsizliği, dilini yitirmiş insanların kalplerinde sakladığı eski şarkıları, yeni vatana karışmış hasret kokan duaları...

Bugün hala kalakalmışsa o cumbalı, panjurlu Rum evlerinin sessiz sokaklarından geçerken, kulağımızı biraz dikkatle zamana verirsek, belki biz de duyarız o fısıltıları. Çünkü bir şehir sadece yaşayanlarıyla değil, hatırladıklarıyla da ayakta durur.
Ve belki artık biz de bu sessiz hikâyelere biraz daha dikkatle, biraz daha yürekten kulak vermeliyiz.
Unutmayalım; bir şehir sadece taşla, toprakla değil, insanlarının yüreğinde taşıdığı hatıralarla yaşar.
Emin Erman, 25 Haziran 2025.