"Baba"? Benim için bu kelime, sıradan bir hitap değil; ulvî bir anlam taşır.
Çünkü bu kelimeyle çağrılmayı gerçekten hak etmek, sanıldığından çok daha zordur. Baba, masum bir çocuğun gözünde; dürüstlüğün, sevginin, güvenin ve merhametin sembolüdür. Küçücük yürekleriyle dünyayı anlamaya çalışan evlatlarımız, "baba" dedikleri kişiyi, hayatlarının sonuna kadar hayatlarındaki en büyük kahraman, en mükemmel insan olarak görürler.
İlk kızımın bana ilk kez "baba" dediği o an, hayatımın en büyük mutluluklarından biriydi. Henüz minicik bir varlıkken bana bu yüce kelimeyle seslenmişti. İşte o anda içimden bir söz verdim kendime: bu kutsal adı sonuna kadar hak etmek için elimden geleni yapacak, evladımı tıpkı benim babamla iftihar ettiğim gibi, benimle gurur duyan bir evlat olarak büyütecektim.
Bugün, yetişkin iki kız babası olarak yüreğimde büyük bir huzurla söyleyebiliyorum: O "baba" kelimesinin taşıdığı yüce anlamı hakkıyla yaşamaya çalıştım. Ve biliyorum ki, kızlarım benimle gurur duyuyorlar.
Sevgili okuyucularım, babalar günündeki bu yazımda babamı anlatacağım size? Ama okurken göreceksiniz ki, aslında biraz da sizin babanızdan bahsediyorum. Çünkü çocukluğumuzun arka planında duran o sessiz adam, hep aynı: Yorulan ama şikâyet etmeyen, elindekini evine getiren, kendi yemez ama yediren, eski giyinir ama bizi yeniyle giydiren adam. Kendinden vazgeçerdi, bizden asla. Çünkü o fedakârlık, o sessizlik, o sırtına dünya yıkılsa bile evine dimdik girme hali, çoğumuzun çocukluk penceresinden izlediği aynı adamın suretidir.
Belki sizin babanız da sabahın köründe işe gitti, siz hâlâ uyurken sessizce kapıyı kapattı. Belki sizin sofranızda da "Ben yedim" diyen ama aslında tok değil, sadece tok görünmek isteyen bir baba oturdu. Kim bilir, belki o da eski bir pantolonu giydi yıllarca, sırf size yenisi alınabilsin diye.
Bazen bir bakışlarıyla severlerdi bizi, bazen bir sessizlikleriyle. Biz sofradaki son lokmayı alırken, "Ben zaten doydum" diyen bir babanın gözlerine hiç dikkat ettiniz mi? O gözlerde hem yorgunluk vardır hem gurur. Hem eksiklik vardır hem sonsuz bir sevgi.
Benim anlatacağım adam, kışın ayazında, karla kaplanmış toprağın altında donmuş pırasayı, marulu, turpu elleriyle çıkaran bir adamdı. Ama biliyorum ki, sizin babanız da başka türlü kazdı hayatı: Kimisi direksiyon başında, kimisi tütün tarlasında, kimisi bir tezgâh arkasında, kimisi sırtında çuval taşıyarak, kimisi tekel kimisi kereste fabrika düdüğünden önce iş başı yapıyor, kimisi daktilo başında, kimisi gün doğmadan kahvehanenin kapısını açıyordu... Yaptıkları ne olursa olsun, her biri aynı amacı taşıyordu: "Evime ekmek götüreyim, çocuklarım aç, üstü açık kalmasın."
Bu yazıda kendi babamı anlatıyorum gibi görünecek belki size. Ama satır aralarında kendi babanızı da bulacaksınız. Okuyun ve okudukça kendi babanızı hayal edin, tekrar başınızı sıvazladığı anları hatırlayıp kokusunu teneffüs edin onun. Çünkü babalık bir unvan değil, bir ömür süren sessiz bir adanmışlıktır. Ve her çocuğun kalbinde, çocukluk fotoğraflarının arka planında aynı kahraman durur: Baba.
Benim babamın günü, belki sizinki de, güneşten önce başlardı. Mahallenin üzerini örten uykulu sessizlik hâlâ sürerken, o çoktan kalkmış, bisikletine binmiş olurdu. Sokak lambalarının solgun ışığında gölgesi yavaşça uzarken, pedal sesleri gecenin sessizliğinde yankılanırdı. Henüz kargalar bile uyanmamış olurdu ne bir pencere aralanır ne bir adım sesi duyulurdu. Ama o, sanki herkesin yerine güne uyanmaya gönüllüydü.
Soğuk sabah rüzgârı yüzünü keserken, şikâyet etmeden yol alırdı. Bahçesine vardığında, eldivensiz elleriyle toprağı eşelemeye başlardı. Eğilir, doğrulur, sırtına yüklenir, yeri kazdıkça, belledikçe içine sindirirdi emeğini. Her çapa darbesinde, her bellemede, sadece toprağı değil, kendi yorgunluğunu, derdini, sessizliğini de kazar, bellerdi. Ellerinin çatlaklarında, tırnaklarının dibinde sadece toprak değil; sabrın, emeğin ve sevdanın izleri vardı.
O anlarda babam, kimsenin görmediği bir kahramandı. Gökyüzü yeni yeni aydınlanırken, o çoktan alnının terini toprağa damlatmış olurdu. Kimsenin alkışlamadığı, kimsenin "aferin" demediği o sabahlar, onun için sıradan değil; hayatın ta kendisiydi.
Babamı anlatmaya bu sabahlarla başlamak istedim. Çünkü onu en çok anlatan, işte bu sessiz, tanıksız, sade ve derin emekti.
O, tanıdığım en çalışkan insandı. Hayatı boyunca ne kazandıysa alın teriyle, emekle kazandı. Onun gücü kaslarından değil, azminden, direncinden, her gün yeniden başlama cesaretinden gelirdi. O bir emekçiydi ama sadece toprağı değil, kaderini de işleyen bir zanaatkârdı.
Vücudu zamanla demirden çeliğe dönmüş gibiydi. Yağsız, katı, yorulmuş ama yılmamış? Yılların yükünü omuzlarında taşıyan bir dağ gibiydi. Kolları uzun ve sertti, pazıları gerildiğinde sanki yılların emeği kaslarında şekil bulurdu. Ama en çok elleri anlatırdı onu? O eller bir ömrün sessiz tanığıydı. Onun ellerine baktığınızda bir hikâye okur gibi olurdunuz. Her çizgi bir günü, her nasır bir mevsimi anlatırdı. Parmak uçları çatlak çatlak olurdu; kimi zaman diken yarasından, kimi zaman taşın sivri ucundan. Ama hiç şikâyet etmezdi. Çünkü onun için çalışmak, yaşamakla eşdeğerdi.
Ellerinde hep toprak kokusu olurdu. Tırnaklarının altına yerleşmiş o kahverengi izler, aslında bir sofranın, bir ocağın, bir yuvanın temeliydi. Bu eller sadece toprağı kazmazdı; çocuklarının sırtını sıvazlar, evinin yükünü taşır, geceleri yorgun da olsa okşayacak kadar sevgi dolu, merhametli olurdu.
Bazen gizlice izlerdim onu? Çapası omuzunda, alnı terli. O sıradan bir adam değildi. O, susarak anlatan, yorularak seven, teriyle koruyan bir babaydı.
Babam yorulmazdı. Ya da bize öyle gösterirdi. Akşam gün battığında, gökyüzü kızıl bir perdeyle örtülürken o, omuzlarında günün yüküyle eve dönerdi. Her adımı ağırdı ama asla çökmemişti. Sırtı her zaman dimdikti ne sıcağın kavuruculuğu ne de soğuğun ilik donduran ayazı onu eğebilmişti. Biz çocuklarına güven vermek onun için dinlenmekten daha kıymetliydi.
Bazen fark ettirmeden gözlerinin içine bakardım. Orada, derin bir yorgunluk asılı dururdu. Sessiz, ama anlatan bir yorgunluk... Gözlerinin kenarında ince çizgiler, alın çizgilerinde yıl yıl birikmiş çabalar? Ama dudakları hep sessizdi. Ne dert yanardı ne şikâyet ederdi. O, sabrın ta kendisiydi. Belki de gerçek kahramanlık buydu: Sessizce var olmak ve hiç sarsılmadan ayakta kalmak.
Şimdi elleri geliyor gözümün önüne. O nasırlı, kalın damarlı, yıpranmış eller? Saçımı okşarken bile sertti ama sıcacıktı. O ellerde sadece güç yoktu; şefkat vardı, sahipleniş vardı, adanmışlık vardı. Bir insanın elleri bu kadar çok şey anlatabilir mi? Anlatıyordu işte. Babamın elleri hem çalışır hem severdi.
Pantolonunun en çok yıpranmış yerinin dizleri olması boşuna değildi. Çünkü o, toprağı sadece elleriyle değil, dizleriyle de işlerdi. Eğilmekten, diz çökmekten hiç gocunmazdı. Dizleri çamura bulansa da elleri buz kesse de o hep devam ederdi. Kışın sabah ayazında, marulun üstündeki karı üfleyerek sökerdi toprağın bağrından. Ellerinin ucu morarır, tırnaklarının dibi çamurla dolardı ama o hâlâ çıplak ellerle çalışırdı. Çünkü eldiven, toprağın dilini keserdi. Toprağı hissetmek, onun için sadece bir iş değil, bir bağdı?varoluşunu anlamlandıran bir bağ.
Yazın elleri güneşten pembeleşir, kışın soğuktan pancar kırmızısına dönerdi. Ama hiç şikâyet etmezdi. Çünkü o, elleriyle sadece ürün değil, hayat üretirdi. Evin ekmeğini, çocuklarının geleceğini, sessizce yoğurur, her şeyini toprağa verirdi.
Bazen düşünüyorum da... Babamın elleri aslında bir tür dua gibiydi. Çalışarak edilen, emekle edilen bir dua. Her nasır, kabul olmuş bir dilek gibi duruyordu o ellerde.
Babacığım, ben senden öğrendim "baba" kelimesinin ne kadar yüce ne kadar değerli olduğunu.
Baba olmanın sadece bir sıfat değil, bir yaşam biçimi olduğunu? Bunu bana uzun uzun anlatmadın belki ama hayatın boyunca sergilediğin fedakârlıkla, sessizce öğrettin. Kendi ihtiyaçlarını hep bir kenara itip, biz evlatlarına daha iyi bir gelecek sunabilmek için gece gündüz demeden çalışmanı hiç unutmuyorum. O yorgun ellerinin ve mahcup gülüşünün arkasında koca bir sevda vardı; adına baba denilen, ama aslında çok daha fazlası olan bir sevda?
"Baba" kelimesini her seslenişimde içime dolan o güven duygusu, senin bana bıraktığın en büyük mirastı. Ne zaman kendimi kaybolmuş hissetsem, aklıma senin o güçlü duruşun, gölgesinde büyüdüğüm o sarsılmaz sevgin gelir. Bana kattığın her şey için sana sonsuz teşekkür ediyorum babacığım.
İyi ki vardın, iyi ki benim babam oldun.
Ah ne kadar özledim bilsen senin o ter kokunu!
Emin Erman, 14 Haziran 2025.