Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Yıldız Tozundan Düşünceye: Evrenin Kendini Anlama Yolculuğu

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Son zamanlarda okuduğum makaleler ve izlediğim belgeseller, beni bilimin sınırlarında gezinirken felsefenin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkardı. Bu süreçte zihnimde filizlenen düşünce ve soruları sizlerle paylaşma ihtiyacı hissettim.

Evrenin ilk saniyesinden günümüze uzanan bu büyük hikâye, yalnızca maddenin değil, bilincin de nasıl ortaya çıktığını sorgulatan bir düşünsel serüvene dönüştü.

Yıldız Tozundan Gelen Varlık

Bir an durup derin bir nefes alın?

Soluduğunuz oksijen, kemiklerinizi oluşturan kalsiyum, damarlarınızda dolaşan demir?

Hepsi, milyarlarca yıl önce ömrünü tamamlamış yıldızların kalbinde doğdu.

Bu yıldızlar, evrenin en şiddetli sıcaklıklarında çalışan devasa nükleer fırınlar gibiydi.

Elementleri pişirdiler, olgunlaştırdılar ve sonunda büyük bir patlamayla onları evrene savurdular.

O yıldız tozları zamanla birleşti?

Gezegenler, okyanuslar, yaşam ve? siz ortaya çıktınız.

Abartı değil: Siz, kelimenin tam anlamıyla yıldız tozundansınız.

Ve bu yalnızca şiirsel bir ifade değil. Bu, fiziksel gerçekliğiniz.

Vücudunuzdaki her bir atom, evrenin tarihine tanıklık etmiş sessiz birer şahit gibidir.

Bu da gösteriyor ki, kozmosla olan bağınız yüzeysel değil.

Siz, evrenin evrimsel sürecinin doğrudan bir ürünüsünüz.

Peki ama nasıl oldu bu?

Her şey yaklaşık 13.8 milyar yıl önce, Büyük Patlama'yla başladı.

İlk anlarda ne galaksiler vardı, ne yıldızlar ne de gezegenler?

Yalnızca yoğunluk, enerji ve olağanüstü hassas bir denge.

Bilim insanları bu dengeye "kozmik ince ayar" adını veriyor.

Evrenin işleyişini belirleyen dört temel kuvvet vardır:

Elektromanyetik kuvvet

Kütle Çekimi

Güçlü nükleer kuvvet

Zayıf nükleer kuvvet

Bu kuvvetlerden herhangi biri çok az bile farklı olsaydı?

Ya da elektron, proton ve nötronların kütleleri sadece milyarda bir oranda değişseydi?

Atomlar oluşamazdı.

Yıldızlar parlayamazdı.

Ve biz? burada olmazdık.

İşte tam bu noktada zihinleri sarsan o soru beliriyor:

Eğer biz olmasaydık, evrenin bir anlamı olur muydu?

Ya da daha da derine inelim:

Varlığı sorgulayacak bir bilinç hiç ortaya çıkmasaydı, varlık dediğimiz şeyin anlamı kalır mıydı?

Bu sorular, bizi evrenin nasıl ve neden var olduğunu açıklamaya çalışan üç büyük yaklaşıma götürüyor:

  1. Kozmik Tasarım Hipotezi

Bu görüşe göre evren, yaşamı mümkün kılacak şekilde bilinçli olarak tasarlandı.

Fiziksel sabitler, belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere dikkatle ayarlandı.

Bu yaklaşım, evrenin ardında bilinçli bir yaratıcı olduğu fikrine dayanır.

  1. Çoklu Evrenler Hipotezi

Belki de bizim evrenimiz, milyarlarca evrenden yalnızca biridir.

Çoğu yaşamı destekleyemez, ancak biz tam da yaşama elverişli koşulların denk geldiği bu evrende var olduk.

Bu durumda evrenimiz özel değildir; sadece olasılıklar arasında gerçekleşmiş bir tanesidir.

  1. Fiziksel Zorunluluk Görüşü

Bu yaklaşıma göre, fiziksel sabitler rastgele belirlenmemiştir.

Evrenin mevcut hali, henüz keşfedemediğimiz daha derin fizik yasalarının kaçınılmaz bir sonucudur.

Ne tesadüf? ne tasarım? sadece fiziksel zorunluluk.

Hangisi doğru olabilir?

Yaratılmış mıyız?

Rastgele mi oluştu her şey?

Yoksa fizik, sadece kendi iç mantığını mı izliyor?

Cevabı henüz bilmiyoruz.

Ama bu sorular? bizi evrende yalnızca bir nokta olmaktan çıkarıp, evrenin anlamını sorgulayan varlıklar haline getiriyor.

Bu görüşlerden hangisi doğru olursa olsun, bizi asıl büyüleyen şey daha temel daha derin bir gerçekte saklı:

Evren, 

Daha en başından itibaren, yaşamı mümkün kılacak bir potansiyele sahip olma olasılığının oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.

Ve bugün, biz o potansiyelin farkına varan ve ona bilinç kazandıran ifadesiyiz.

Sıradan atomların bir gün bilinçli gözlerle kendine bakabileceği bir ihtimal?

Ve şimdi, milyarlarca yıl sonra?

O ihtimal gerçekleşti.

Ve biz buradayız.

Ve sadece var olmakla kalmıyor?

Evrenin kendine bakmasını sağlıyoruz.

Evrenin hikâyesi, artık bizimle devam ediyor.

Belki de bizler, yıldız tozundan doğmuş, evrenin farkındalığa dönüşmüş hâliyiz.

Ama siz yalnızca atomlardan ibaret değilsiniz.

Siz düşünen, hisseden, sorgulayan bir varlıksınız.

Ve belki de evrenin en büyük mucizesi de tam olarak burada yatıyor:

Nasıl oluyor da yıldız tozundan oluşan bir evren, kendini düşünebilen bilinçli varlıklar yaratabiliyor?

Bu soru bizi hâlâ tam anlamıyla çözümleyemediğimiz, ama tüm varoluşumuzu şekillendiren bir kavrama götürüyor:

Bilinç.

Bilinç yalnızca karmaşık sinir ağlarının bir yan ürünü mü?

Yoksa evrenin başından beri dokusuna işlenmiş temel bir öz mü?

Belki de karmaşıklık geliştirme, düzen oluşturma ve sonunda kendini tanıma yetisi, tıpkı kütleçekimi ya da elektromanyetik kuvvet gibi evrenin temel özelliklerinden biridir.

Belki de bilinç, yani varoluşu içeriden aydınlatan o farkındalık ışığı, gerçekliğin derin yapısında en başından beri saklıydı.

Ta ki evren, kendi içinden evrimleşen canlılar aracılığıyla kendine bakabilen bir hâle gelene dek.

Bazı düşünürler, doğadaki her şeyin ilkel düzeyde bilinç taşıdığını savunur.

Bu yaklaşıma panpsişizm denir.

Bu, taşların düşündüğü anlamına gelmez.

Ama en temel parçacıkların bile bir tür içsel deneyim potansiyeline sahip olabileceği fikridir.

Ve bu potansiyel, karmaşıklık arttıkça evrilerek bizim anladığımız anlamda bilince dönüşebilir.

Radikal bir fikir mi?

Evet.

Ama aynı zamanda büyüleyici.

Peki madde ve bilinç gerçekten ayrı şeyler mi?

Maddenin temel yapı taşlarını incelediğimizde?

Atomlardan kuarklara, kuarklardan sicimlere kadar iniyoruz.

Ama sicimler artık ölçülemez, kütlesiz ve soyut hale geliyor.

Neredeyse bilinç gibi?

Bu benzerlik, bilinç ile maddenin aynı kökten geliyor olabileceği fikrini gündeme getiriyor.

Ve işte burada, evrenle insan arasındaki o derin bağ bir kez daha beliriyor:

Belki de bizler, evrenin kendini anlamaya çalışan gözleriyiz.

Kulaklarıyız.

Diline düşen ilk sorularıyız.

Belki de evrenin bizleri ortaya çıkarmasındaki neden, onun kendini anlayabilme yeteneğini kazanmak istemesidir. 

Kim bilir?

Şu anda bu satırları okuyan siz, evrenin ta kendisisiniz. 

Evet, yanlış duymadınız. Varlığınız, bilinciniz ve düşünceleriniz bir rastlantı değil; evrenin kendini izlediği bir penceredir. Çünkü siz, evrenin içinden gelen atomlarla inşa edildiniz; yıldızlarda pişen karbon, oksijen ve demirle. Hatta vücudunuzdaki hidrojen atomları, Büyük Patlama'dan sonraki ilk üç dakikada oluştu. Şu anda içtiğiniz bir bardak su, evrenin doğumunu yaşamış parçacıkları içinde taşıyor. 

Yani siz sadece evrende yaşamıyorsunuz; siz, evrenin ta kendisisiniz, geçici bir biçimde düzenlenmiş bilinçli bir ifadesi.

Sen, yalnızca kozmik hikâyenin içinde yer alan bir figür değilsin.

Onu, kendi bilinçli katılımınla yazmaya devam eden bir anlatıcısın.

Evren geçmişte başlamış olabilir?

Ama yaratım, seninle birlikte hâlâ sürüyor.

Senin farkındalığınla,

Senin seçimlerinle,

Senin varoluşunla?

Kozmik tarihi yalnızca incelemiyorsun.

Onu bedeninde taşıyor, ileriye aktarıyor, yaratıcı bağınla yeniden inşa ediyorsun.

Belki de evren, bizleri kendini tanımak için ortaya çıkardı.

Siz, bu büyük hikâyenin sadece bir sonucu değil?

Anlamısınız.

Yorumcususunuz.

Anlatıcısısınız.

Ve böylece bu keşif sona ererken?

Aslında bir sona değil, bir başlangıca ulaşıyoruz.

Son bir cevaba değil?

Süren bir sorgulamaya.

Kesinliğe değil?

Varoluşun derin gizemine duyulan hayranlığa.

Çünkü evren, sizinle birlikte kendini anlamaya devam ediyor.

Ve yolculuk henüz bitmedi.

Son soru hâlâ orada duruyor?

 Biz kimiz?

Evet, farkındayım? Fizik biliminin sınırlarında, felsefenin eşiğinde; hâlâ yanıtlanmamış soruların gölgesinde düşüncelerimizi dile getiriyoruz. Belki biraz yordum sizi? Ama, zaman zaman alternatif olasılıkları tartışmak, fikir yürütmek, insan olmanın en kıymetli yanlarından biri değil mi zaten? İşte bu düşünce, bu yazıyı kaleme alma heyecanını verdi bana.

Saygılarımla....

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan