Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Dünyayı Değiştiren Dört Büyük Hikâye - 2

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Bilimin Cesur Savaşçısı; Galileo Galilei

Bana göre, doğaya ilişkin kanılarımızın doğruluğunu göstermek için kutsal kitaptaki ayetleri zorlayıcı bir biçimde kullanmak akla uygun bir yöntem değildir. Çünkü duyularımızın bize sunduğu kanıtlar veya başka bazı kanıtlamalar ile sonradan bunların tersi ortaya çıkabilir. İnsanın anlama gücüne kim sınır koyabilir ki? Dünyada bilinebilecek her şeyin halen bilinmekte olduğuna bizi kim inandırabilir ki?    Galileo Galilei

1581'de bir Pazar sabahı İtalya'daki Pisa Katedrali'nde, cemaat dua için diz çökmüştü.

Yüksek tavanlı, şatafatlı ve çok süslü salonda duyulan tek ses; cemaatten gelen dua mırıltılarıydı.

Ortalık karanlık Güneş henüz doğmaya hazırlanırken dar pencerelerden süzülerek giren az bir ışık ayin için eğilmiş sıra sıra insanların başlarının üzerine düşüyordu.

Bir keşiş  sessizce dolaşarak sabahın alaca karanlığını aydınlatmak için mumları yakmaya başladı.

Fitillere meşalesinin ucuyla her dokunuşunda bir alev yükseliyor ve karanlık duvarlara titrek şekiller yansıtıyordu.

Derken sıra oymalı tahtadan yapılmış  tavan panosuna asılı olan büyük avizeye geldi, keşiş uzun bir sopa ile onu kendine doğru çekti; mumları yakınca da serbest bıraktı.

Avize yanan mumlarla birlikte kendini tekrarlayan bir ritim ile ileri geri sallanmaya başladı.

Salınım hareketi yapan avizedeki mumlardan çıkan ışıklar, hızla hareket eden Güneş gibi cemaatin ayaklarının altındaki taş zemini adeta süpürüyordu.

Mavi gözlü, kızıl kahverengi saçlı bir genç adam düzenli bir ritimle hareket eden ışığı görünce başını kaldırıp ona bakmaya başladı.

Önce kayıtsızca, sonra giderek artan bir heyecanla hareketi izlemeye koyuldu.

Avizenin sallanması yavaşladıkça kafasındaki düşünceler de hızlanarak birbirini kovalıyordu.

Bütün cemaat rahibin dualarının etkisiyle kendinden geçmişken, o adeta başka bir aleme geçip bunların dışına çıkarak, rahibin söylediklerini, tütsünün dumanlarını, pirinçten yapılmış çanların seslerini hiç algılamıyordu bile.

O hipnotize olmuş bir şekilde gözlerini avizeden ayıramıyordu.

Sanki avize onunla iletişime geçmiş, doğanın en gizemli sırlarını ona anlatmak istiyordu.

 Zihninde çok büyük sorular uçuşmaya başladı.

Aslında yüzlerce yıl kim bilir kaç insan avizenin bu hareketini izlemiş, fakat hiç birinde onun yaşadığı bu gizem dolu heyecan oluşmamıştı.

Keşişin avizeyi ilk bıraktığındaki salınımın en büyük mesafeyi kat etmesi ve zamanla bu salınımın yavaşlayarak durmaya doğru gitmesi herkes için normal bir olaydı.

O güne kadar hiç kimse azalan salınım mesafesiyle her bir salınım için geçen zaman arasında nasıl bir ilişki olduğunu merak etmemişti.

Genç adam düşündü: Acaba avize gerçekten yavaşlıyor muydu?

Belki de her salınım için-uzun veya kısa- geçen süre hep aynıydı.

Bunu kesin olarak bilmesinin tek yolu hareketlerin süresini ölçmekti.

Zaman ölçecek bir aleti yoktu; ama içgüdüsel olarak bir eliyle öbür elinin bileğini kavradı ve lambanın giderek küçülen yaylar boyunca ileri geri salınımları için geçen zamanı nabzının düzgün atışlarıyla karşılaştırdı.

Nabzının ne hızla attığını bildiğinden, ölçebildiği kadarıyla, geçen sürenin her salınım için aynı olduğunu keşfetti.

Bu keşif onu çok heyecanlanmıştı.

Ayin bitmişti.

O zamanlar ancak on yedi yaşında olan genç, toplulukla birlikte ağır ağır kiliseden çıktı ve çok büyük bir heyecan ile evine döndü

Gördüklerinin etkisiyle odasında bir dizi deneye başladı.

Bir ip parçasının ucuna bir ağırlık asarak basit bir sarkaç yaptı.

Sonra bu sarkacı hareket ettirerek her salınım için geçen süreyi nabzının atışları ile ölçtü. Bunu defalarca tekrarladıktan sonra varsayımının doğru olduğundan emin olabildi.

Çünkü hız değiştiği için, art arda kısalarak gelen salınımlar aynı sürede gerçekleşiyordu.

Böylelikle günümüzde basit sarkaç yasası olarak bilinen yasayı keşfetmişti.

Bir sarkacın salınımı uzun veya kısa olabilirdi; ancak, sallandığı sürece ölçülen zaman hep aynıydı.

Aslında o, müthiş bir keşif yapmıştı.

O ilk defa zamanı ölçmek için bir alet geliştirmişti.

Daha da önemlisi, doğanın gizem dolu işleyişini keşfetmek için deneysel yöntemi ilk defa kullanmıştı.

Onun adı; Galileo Galilei'di.

Bu hikayeyi,William Bixbytarafından yazılan veTÜBİTAK tarafından basımı yapılmış olan"GALLILEO ve NEWTON'un EVRENİ" isimli kitaptan okuyunca çok etkilenmiştim.

Nasıl etkilenmeyeyim ki!

Evet, Galileo, öncelikle içgüdüsel olarak aşırı meraklı bir kişiydi; doğa ve çevresindeki dünyada bulunan hiçbir şey onun dikkatinden kaçacak kadar sıradan değildi.

Ayrıca, gözlemlediği olayın gerisinde yatan ilkeyi tahmin edebilecek bir hayal gücüne sahipti.

Yaşamının daha sonraki dönemlerinde, gözlerini günlük hayatta ilgi çeken şeylerden gökyüzüne çevirdiğinde, sahip olduğu güçlü bilimsel yöntemi kullanarak Güneş sisteminin uzun süredir gizli kalmış özelliklerinden bazılarını açıklamayı başarmıştı.

Galileo'nun bilim sahnesine çıktığı zaman insanlar hâlâ, örneğin, Dünya'nın evrenin merkezinde olduğuna; Güneş'in, yıldızların ve gezegenlerin onun çevresinde dairesel bir yörünge boyunca hareket ettiklerine inanıyorlardı.

Güneş sabahları yükselip geceleri de battığına göre, sağduyuları onlara Güneş'in Dünya çevresinde döndüğünü söylüyordu.

  1. yüzyılda insanların Dünya ve onun da evrenle olan ilişkisi üzerine düşünceleri, M.Ö. 322 yılında ölen Eski Yunan filozofu Aristoteles'in düşünce ve teorilerine dayanıyordu.

Bütün felsefi akılcılığına ve düşüncelerindeki entelektüel berraklığa karşın Aristoteles fiziksel bilimlerde, özellikle astronomide tümüyle yanlış olan kavramlar ileri sürmüştü.

Aristoteles'in bir tür ermiş mertebesine varmasından önce kimsenin ona karşı çıkacak zeka ve büyüklüğü gösterememiş olması büyük talihsizlikti.

Ortaçağ'da onun yazdıkları manastırlar, kilise okulları ve üniversitelerde hiç sorgulanmadan öğretiliyordu.

Aristoteles'in ileri sürdüğü teoriler Hıristiyanlığın birer dogması haline gelmişti ve onlara karşı çıkan herkes sanki Tanrı'yı sorguluyormuş gibi cezalandırılıyordu.  

Böylece Aristoteles'in astronomi ve fizik alanlarındaki yanlış ve kanıtlanmamış fikirleri korunmuş oldu.

Galileo'nun yaşadığı dönemde, ünlü filozofun ölümünden yaklaşık on dokuz yüzyıl sonra bunlar hâlâ öğretilmekteydi.

Galileo'nun düşüncelerinin doğruluğu uğruna savaşmayı göze alma huyu onun başına büyük belalar açacaktı.

Galileo, Arkhimedes'in çalışmalarını okuyarak, doğa konusundaki gerçeklerin en iyi şekilde açıklığa kavuşturulması için bilimsel çalışmalar ile dinsel söylemlerin ayrıştırılması gerektiğinin farkına vardı.

O dönemde önemli bir tartışma konusu; nesnelerin neden ve nasıl hareket ettiği üzerineydi.

Galileoneden'i bir kenara bırakıpnasıl'ın üzerine yoğunlaşmıştı.

Galileo'nun bu konudaki ifadeleri Yunanlı filozof Aristoteles'in teorisine de doğrudan bir meydan okumaydı.

Aristoteles'e göre kütlesi büyük olan cisimler, kütlesi küçük olan cisimlere göre yere daha hızlı ve dolayısıyla da kısa zamanda düşeceklerdi.

Oysa Galileo, bunu deneysel olarak bir çok defa sınamış, hatta ünlü Pizza kulesine çıkarak farklı kütlelerdeki cisimleri serbest bırakarak, Aristoteles'i yanlışlamıştı.

Bu durum, Aristoteles'in fikirleriyle ve dolayısıyla da kiliseyle büyük bir savaşın başlangıcıydı.

Aslında Galileo için sonun başlangıcına giden yolların taşları birer birer döşenmişti.

Tarihte bazı insanlar vardır ki onlar sadece yaşadıkları çağı değil, tüm insanlığın geleceğini değiştirecek cesarete ve vizyona sahip olurlar.

İşte Galileo Galilei, bu nadir insanlardan biridir.

Onun hayatı, bilimin karanlık bir dönemden aydınlığa çıkışının simgesidir.

Galileo, 15 Şubat 1564'te Pisa'da dünyaya geldi. Henüz genç yaşlarda matematiğe ve fiziğe olan ilgisi, onu bilim dünyasının en önemli figürlerinden biri yapacaktı.

O dönemdeki yaygın inanış ve kilisenin dogmaları, evrenin merkezinde Dünya'nın olduğunu savunuyordu.

Ancak Galileo, gözlemleri ve araştırmalarıyla bu anlayışı temelden sarsacaktı.

Galileo'nun bilim dünyasına kazandırdığı en büyük katkılardan biri, teleskopla yaptığı astronomik gözlemlerdi.

Jüpiter'in dört büyük uydusunu keşfetmesi, Venüs'ün evrelerini gözlemlemesi ve Ay'ın yüzeyindeki kraterleri incelemesi, Aristoteles ve Ptolemaios'un teorilerine karşı güçlü kanıtlar sundu.

Onun çalışmaları, Kopernik'in Güneş merkezli sistemini destekliyordu ve bu görüş, Katolik Kilisesi'nin dogmalarıyla ciddi bir çelişki içindeydi.

Galileo'nun bu keşifleri, sadece astronomi alanında değil, aynı zamanda bilimin yönteminde de devrim yaratmıştır.

O, gözleme dayalı bilimin önemini vurguladı ve doğanın incelenmesi için matematiksel yöntemlerin kullanılmasını savundu.

Bilim tarihi çerçevesinden Galileo'nun çalışmaları, modern bilimin temellerini atan bir devrim olarak kabul edilmektedir.

Tabi ki Engizisyonla mücadele, aynı zamanda Galileo için büyük bir mücadelenin de başlangıcı oldu.

1632'de yayımladığı"İki Ana Dünya Sistemi Üzerine Diyalog" adlı eseri, onu Kilise'nin hedefi haline getirdi.

Kitapta, Kopernik'in teorisini savunuyordu ve bu, dönemin dini otoriteleri tarafından kabul edilemez olarak değerlendirildi.

1633 yılında Engizisyon Mahkemesi tarafından yargılanan Galileo, zorla görüşlerinden vazgeçirildi ve ömrünün geri kalanını göz hapsinde geçirdi.

Galileo'nun bu trajik sonu, bilime olan inancının ve cesaretinin bir göstergesidir.

O, gerçeği savunma pahasına kişisel özgürlüğünü feda etti.

Bilimsel gerçeklerin, dini veya ideolojik dogmalardan bağımsız olarak araştırılması gerektiğine inanan Galileo, bu uğurda hayatını riske attı.

Galileo, 8 Ocak 1642'de Floransa'da hayatını kaybetti, ancak bilim için bıraktığı mirası bugüne kadar etkisini sürdürdü.

Onun serbest düşüş yasası, eylemsizlik prensibi ve teleskopla yaptığı keşifler, fizik ve astronomi alanlarında devrim yarattı.

Bilimin her şeyden önce sorgulayıcı bir zihin yapısına dayanması gerektiğini savunan Galileo, modern bilimin öncülerinden biri olarak anılmaktadır.

Bugün, Galileo'nun hayatına baktığımızda, onun sadece bir bilim insanı değil, aynı zamanda bir özgürlük savaşçısı olduğunu görürüz.

O, bilginin ve gerçeğin peşinde koşarken karşılaştığı engelleri cesaretle aşmış, insanlığın aydınlanma yolunda ilerlemesine öncülük etmiştir.

Galileo Galilei, bilimin cesur savaşçısı olarak tarih sahnesindeki yerini alırken, bize de sorgulayıcı olmanın ve gerçeğin peşinden gitmenin önemini hatırlatıyor.

Onun mirası, bilim dünyasında bir ışık olarak parlamaya devam ediyor.

Saygılarımla

Prof.Dr Hüseyin Kalkan