Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Dünyayı Değiştiren Dört Büyük Hikâye - 4

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Merak ve Hayal Gücünün Dehası; Albert Einstein

 "Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."                                                 Giordano Bruno,

"Dünyayı Değiştiren Dört Büyük Hikaye" dizisinin son kahramanı, tabi ki Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından biri olanAlbert EİNSTEİN idi.

Onun hakkında yazmaya başlayınca, işimin hiç de kolay olmayacağını,  onu böyle bir köşe yazısına sığdırmanın çok güç olacağını biliyordum.

Bununla birlikte, Dünyayı değiştiren kahramanların sadece,Eratosthenes,Galileo,Newton veEinstein olduğunu savunmanın bilim tarihine ve bilimi bu günlere taşıyanlara büyük bir haksızlık olacaktır.

Bu haksızlığın önüne geçmek amacıyla konuyu daha geniş bir çerçeveden ele alarakEinstein'i kendi bakış açımdan değerlendirmenin daha makul olacağını düşündüm.

Kimler yoktu ki?

13.8 milyar yıl önce Big-Bang  ile başlayan hikayemizin en önemli kırılma noktalarından biri; yaklaşık M.Ö. 10.000 yıllarında Buzul Çağı'nın sona ermesiyle birlikte insanın Dünya üzerindeki göç hareketlerinin  de başlamasıydı.

Yapılan birçok arkeolojik çalışma, en önemli göç güzergâhının, büyük bir kısmı Anadolu toprakları üzerinde bulunan Mezopotamya bölgesinin olduğunu gösteriyor.

Bu bölgede bulunan Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki uçsuz bucaksız verimli araziler, insanın başta buğday olmak üzere birçok bitki ve hayvanı evcilleştirerek yerleşik hayata geçmesini ve ilk modern medeniyetlerin de ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Bunun en önemli kanıtı, yaklaşık M.Ö. 12.000 yıllarında inşa edilen Şanlıurfa ili sınırları  dahilinde 1994 yılında Alman arkeologKlaus Schmidstarafından ortaya çıkarılanGöbeklitepesit alanıdır.

Medeniyet buralardan tüm dünyaya yayılırken en büyük payı Akdeniz ve Ege sahilleri almıştı.

İnsan, bu göçler esnasında hem yeni yerler keşfediyor hem de içinde bulunduğu doğayı ve onun işleyiş mekanizmasını anlamaya çalışıyordu.

Bu bilgi birikimlerinin çoğunu hikâyeler, mitolojiler ve insan biçimli tanrılarla anlatıyorlardı.

Ta ki,Miletli Thales, M.Ö. 600. yıllarda doğa olaylarının nedenlerini, insan biçimli Tanrılardan ziyade doğanın kendi içinde arayarak evreni anlama yolunda yepyeni bir felsefe akımı başlatana kadar.

Daha sonra; Sokrates,Eudoxus,Psagor,Platon vePytgoros gibi çoğunluğu Anadolu'da yaşamış bilim insanları,Thales'in yolundan giderek bugünkü modern bilimin taşlarını döşemeye başlamışlardı.

Ne yazık ki dönemin en büyük filozoflarından biri olanAristoteles (M.Ö. 384-322), kendinden önceki filozofların çalışmalarını da yorumlayarak "Dünya Merkezli Evren" görüşünün temellerini atarak bilimin ve bilimsel düşüncenin gelişiminin önüne en büyük engeli koymuş oluyordu.

Dünya Merkezli Evrengörüşü; Dünyayı, evrenin merkezinde sabit olarak kabul edip Ay'ın, Güneş'in, gezegenlerin,  yıldızların ve diğer bütün gök cisimlerinin onun etrafında dolandığını savlamaktadır.

Buna karşın, bilim tarihinin en büyük filozoflarından biri olanSisamlı Aristarkhos (M.Ö. 310-230),"Güneş Merkezli Evren"modelini ortaya koyarak bilimin gelişimindeki gizemli karanlığı aydınlatacak bir ışık yakmıştı.

Güneş Merkezli Evrengörüşü ise; Güneş'i evrenin merkezinde kabul edip Ay'ın, Dünya'nın, gezegenlerin yıldızların ve diğer bütün gök cisimlerinin onun etrafında dolandığını öne sürmektedir.

Sisamlı Aristarkhos fikirlerini mantıksal bir çerçevede kanıtlayamadığı için bu devrim niteliğindeki düşünceleri, ne yazık ki, 1700 yıl sonraCopernicus'u (Kopernik) bekleyecekti.

Milat olarak isimlendirdiğimiz Hristiyanlık dininin ortaya çıkışı ise bilimsel süreçlerinin gelişiminde yaklaşık 1900 yıllık bir frenleme etkisi yapacaktı.

Çünkü  Kilise,Aritoteles'in  ortaya koymuş olduğu "Dünya Merkezli Evren" görüşünü temel alarak, evrenin merkezine Dünya'yı, dolayısıyla insanı yerleştiren ve gökcisimlerinin değişmezliğini, bir anlamda da kutsallığını doğrulayanDünya Merkezli Sistemi kendi dogmalarına uygun bulmuştu.

Hatta kutsallaştırmıştı.

610 yılında İslamiyet'in ortaya çıkmasıyla  8. yüzyıldan sonra, bilim alanındaki çalışmaların ağırlığı İslam dünyasına kaydı.

BaştaPtolemaios,Aristoteles,İskenderiyeli Theon veAristarkhos olmak üzere birçok Yunan filozofun yapıtlarını Arapçaya kazandıran İslam bilginleri, kuramsal çalışmaların yanı sıra, gözlemleri, ölçümleri ve astronomi aletlerine getirdikleri yeniliklerle bu bilime değerli katkılarda bulundular.

Özellikle,

Harezmi(790-850),

Al Biruni (973-1048),

Battani(858-929),

İbn-i Sina (980-1037),

İbn-i Heysem (965-1040) ve

 Ali Kuşçu (1403-1474) gibi filozoflar doğa olaylarına yepyeni bilimsel bakış açısı getirirkenCopernicus'unGüneş Merkezli Evren görüşüne giden yolların da taşlarını döşemeye başlamışlardı.

800 ila 1100 yılları arasında İslam coğrafyası görülmemiş bir aydınlanma yaşıyordu.

Fakat her ne olduysa yaklaşık 1000 yıldır İslam coğrafyası bilimden uzaklaşarak, bugün bilim alanında olması gereken mertebeye ulaşamadı.

Çok üzücü.

Bence bu büyük sorunun cevabını araştırmamızın ve tartışmamızın zamanı geldi de geçiyor bile.

Nicolaus Copernicus (1473-1543), devrim niteliğindeki keşfini, 1512 yılında "Commentariolus" başlıklı tezinde ortaya koymuştu.

"Güneş Merkezli Evren" fikrini içeren devrim niteliğindeki keşfi;  "Güneş, güneş sisteminin merkezindedir, gezegenler onun etrafında dolanır ve yıldızlar çok uzaktadır" biçiminde ifade edilmektedir.

Fakat büyük bir sorun vardı.

İncil'e göre, evrenin merkezi Dünya idi.

Kopernik bu büyük keşfi yapmasına rağmen, klisenin oluşturduğu Engizisyon Mahkemelerinden korkuyor ve bu büyük keşfini yayınlamaktan çekiniyordu.

Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri gökbilimciGiordano Bruno; Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alıp Copernicus'un tezini savunarak cesaretle bu keşfi yaymaya çalışıyordu.

Bununla birlikte; "Evrenin sonsuz ve eşdağılımlı olduğunu ve evrende, dünya'dan başka birçok gezegenin olduğunu" da söylüyordu.

Giordano Bruno"Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı'yı kullanırlar."ifadesini kullanarak kiliseye karşı tek başına bir savaş açıyordu.

Kiliseye karşı aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin  Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi.

Sadece ve sadece"Dünya Güneş'in etrafında dolanıyor"dediği için yakılarak can veriyordu.

400 yıl sonra bugün her birimiz şehir meydanlarında kalabalıklar ortasında"Dünya Güneş'in etrafında dolanıyor" diye bağırsaydık, sanırım etrafımızdakiler bizlere bunamış gözüyle bakarlardı.

Bugün düşüncelerinden dolayı özgürlükleri elinden alınan insanlar...

Çok yazık...

Avrupa'da ortaçağ'da İncil ve otoritelere duyulan güven, 16. yy başlarında ortaya çıkan bazı yeni düşünceler ve gözlemlerle sarsılmaya başladı.

Bunun en açık örneği,Aristoteles veBatlamyus tarafından ifade edilen Dünya Merkezli (geosentrik) Evren anlayışınınCopernicus tarafından reddedilmesidir.

Copernicus modeli biraz gecikmeyle de olsa otoritelere duyulan güveni sarsmış ve ortaçağ fizik anlayışının sorgulanmasına yol açmıştır.

Kopernik Modeli bu yönüyle Avrupa' daBilimsel Devrim denilen süreci tetiklemiştir.

İlkçağdaEudoxos, Aristoteles, Hiparkos ve Batlamyus tarafından geliştirilenDünya Merkezli EvrenModeli sorgulanmaya başlıyordu.

Galileo' nin 1613'teCopernicus Modelini desteklediğini açıklaması bilimsel düşüncenin gücünü artırmasına büyük katkı sağladı.

Özellikle astronomi alanındaKeplerve fizik alanında iseGalilei ve Newton'un yapmış olduğu araştırmalar ve kurmuş olduğu kuramlar sonucunda bilimde çok büyük bir atılım gerçekleştirilmiş, gözle görülebilir cisimlerin işleyiş mekanizmasına dair doğa yasaları teker teker ortaya çıkmaya başlamıştı.

Artık bilimin sınırları, makro dünyayı meydana getiren mikro dünyanın sınırlarına dayanmıştı.

Bir başka ifadeyle, atom ve atom altı parçacıkların davranışı en büyük merak konusuydu.

1900 yılındaMax Plank"Enerjinin sürekli değil, küçük paketçikler halinde, yani kuantalar halinde yayınlandığını" ileri sürerekKuantum Fiziğinin gizemli dünyasına giden yolun kapısını aralayarak ilk işaret fişeğini patlatmıştı.

İşte ondan sonra artık bu yazının da konusu olanAlbert Einstein, bilimin küllerinden adeta şahlanarak doğacaktı.

Tabi kiEinstein buluşlarıyla, keşifleriyle, evrenin işleyişini değiştiren ve bilim dünyasına ışık tutan teorileriyle, insanlık tarihine hem bir dâhi hem de barış yanlısı bir düşünür olarak damga vurmuş ve yaptığı keşiflerle, yalnızca kendi döneminde değil, günümüzde ve gelecek yüzyıllarda da bilimsel çalışmalara yön veren sinerjisiyle birçok kitap ve belgesele konu olmuştur.

Bu nitelikleri benim bu yazıda ona farklı bir çerçeveden bakma ve yazma zorunluluğumu ortaya çıkarmıştır.

Albert Einsteinçocukken kendisine şu soruyu sordu:"Bisikletimi ışık hızında sürer ve farı açarsam, önümdeki farın ışığının oluşturduğu aydınlığı görebilir miyim?"

Bu soruyu 10 yıl boyunca kendine sora sora az kalsın çıldırıyordu, fakat bitmek tükenmek bilmeyen sorgulayışları olağanüstü keşiflerine giden yollara adeta ışık tutuyordu.

Zihninde kurguladığı bu çılgın düşünceler onun, saniyede 300.000 km yol alan ışık fotonlarından birinin üzerine oturtarak ışık hızıyla seyahat etmesini sağlayan farklı bir boyuta taşımıştı.

Farklı boyutlardan bakabilme yeteneği, ona evrenin gizemli dünyasına diğer insanlardan farklı bir çerçeveden bakma ve yorumlama fırsatı veriyordu.

Artık o farklı bir boyuta geçerek adeta evrenin olağanüstü gizemli bilinmezliklerine doğru yolculuğa başlaması için kendi zihinsel dünyasında kurduğu gizemli laboratuvarında çalışmaya hazırdı.

Foton ile ilk yolculuğunu, metal bir plakanın yüzeyine doğru yapmıştı.

Fotonların, metal yüzeyine çarpmaları sonucu, metalin belli enerjilere sahip elektronlar saldığını gözlemlediğinde mikro dünyanın gizemli dehlizlerinden ilk verileri almıştı.

Einstein, bu etkiyi açıklamak için ışığın belirli enerji paketçiklerinden oluştuğunu ve bu paketçiklerin fotonlar olarak adlandırılabileceğini öne sürmüştü.

Bu keşif, ışığın parçacık doğasına dair yeni bir anlayış ortaya koyarken 1921 yılındaEinstein'aNobel Fizik Ödülü'nü kazandıracak ve kuantum fiziğinin gelişiminde önemli bir rol oynayacaktı.

Einstein ilk önemli keşfini yapmıştı.

Saniyede 300.000 km yol alan foton üzerindeki yolculuğuna tabi ki devam edecekti.

İkinci deneyimi: üzerine binmiş olduğu fotonun hızının (c = 300.000 Km/s) karesiyle(c2) bir cisminm kütlesini çarpması olmuştur.

Heyecan verici, olağanüstü bir sonuçla karşılaşmıştı.

m kütlesiylec2'nin çarpımı, devasa miktardaE enerjisi yaratıyordu.

Yani,E = mc2eşitliğiyle tanımlanan ünlü formülünü elde etmişti.

Bu formülüyle; enerjinin kütleye dönüştürülebileceğini ve kütlenin enerjiye çevrilebileceğini ifade ederek atom altı parçacıkların  enerjilerinin doğasını anlamamıza ve nükleer enerjiyi keşfetmemize olanak tanıdı.

 Dolayısıyla,E=mc² yalnızca fiziksel bir formül değil, aynı zamanda insanlığın enerji üretimi ve kullanımıyla ilgili devrim niteliğinde bir adımdır.

Einstein bu keşfini 1905 yılındaÖzel Görelilik Teorisi olarak yayımladı ve ışık hızına yakın hızlarda hareket eden nesnelerin davranışlarına açıklık getirmekle birlikte hiçbir cismin ışık hızını aşamayacağını da ortaya koymuş oldu.

ArtıkEinstein'ı tutmak çok zordu.

Einstein saniyede 300.000 km hızla giden fotonun yönünü uzaya doğru çevirdi.

Dünyadan yıldızlara doğru yolculuk başlamıştı.

Her gök cisminin yanından geçerken olağanüstü manzaralarla karşılaşıyordu.

Çok büyük kütleli bir yıldıza yaklaşmıştı ki, birlikte seyahat ettiği fotonun kendiliğinden yönünün değiştiğini fark etti.

Başlangıçta buna bir anlam veremedi.

Çok şaşkındı.

Sanki yıldız etrafında görünmeyen bir nesne var ve bu nesne çanak gibi bükülmüş, fotonla birlikteEinstein'ı da o bükülen çanağın yüzeyi üzerinde belirlediği yöne, yani yıldıza doğru yön değiştiriyordu.

Aman tanrım.

Neler oluyordu?

Einstein yoluna devam etti.

Çok daha büyük kütleli bir yıldıza yaklaştığında buradaki yön değiştirmenin çok daha büyük olduğunu görünce, aklına olağanüstü bir fikir geldi.

Yıldızlar kütle miktarlarına bağlı olarak etrafındaki uzayı yamultuyorlardı ve cisimler de bu yamulmaya bağlı olarak büyük kütleye doğru daha büyük bir hızla hareket ediyorlardı.

Yani ivmeleniyorlardı.

AslındaEinsteinEvrensel KütleÇekim yasasını keşfetmişti.

Bu yeni keşfiGenel Görelilik Teorisi olarak isimlendirilecekti.

Einstein'ın 1915 yılında geliştirdiği genel görelilik teorisi, kütle çekimi hakkında yeni bir anlayış sunuyordu.

Newton'un klasik yerçekimi teorisinden farklı olarak,Einstein kütle çekiminin, uzay ve zamanın bükülmesinden kaynaklandığını savunuyordu.

Bu teori, evrenin genişlemesi, kara deliklerin varlığı ve yerçekimi dalgaları gibi fenomenlerin anlaşılmasında temel bir rehber oldu.

2015 yılında ilk kez doğrudan gözlemlenen kütleçekim dalgaları,Einstein'ın öngörülerinin doğruluğunu kanıtlayarak bilim dünyasında büyük bir heyecan yarattı.

Einstein bu heyecan dolu yolculuğuna son vererek yaklaşık Dünya tarihiyle yaklaşık 50 yıl sonra Dünyaya geri dönüş kararı vermişti.

Dünyadaki insanlar heyecanla 50 yıl önce Dünya'dan ayrılanEinstein'ın dönüşünü beklemeye başlamışlardı ve o heyecanlı an geldiğinde herkes çok şaşkındı.

Çünkü Dünya'daki bütün arkadaşları ve ailesinin  hepsini çok yaşlanmış olarak görmesiEinstein'i çok şaşırtırken Dünyadakilerin deEinstein'i gittiği yaşta, yani hiç yaşlanmamış olarak görmeleri olağanüstü şaşkınlık yarattı.

Tabi ki bir deha olanEinstein, hemen bu durumu şöyle açıkladı:Demek ki, ışık hızında hareket ettiğimizde, zaman da duruyordu.

Bir başka ifadeyle, bir uzay gemisi hızını artırdığında uzay gemisi içindeki insanların kollarındaki zamanı gösteren kol saatlerinin akrep ve yelkovanları yavaşlıyordu, hatta uzay gemisindeki insanların biyolojik yaşlanması da yavaşlıyordu.

Bu son derece ilginç, ilginç olduğu kadar da doğanın işleyişinin bir gerçeğiydi.

Einstein, çalışma laboratuvarını zihninde kuran, çalışma araçları da sadece kara kalem ve bir kağıt parçasından oluşan nadir dehalardan biridir.

Onun keşifleri bugün 100 yıl sonra bile teknolojinin yeni araçlarıyla ispatlanırken belki de 1000 yıl sonra tartışılmaya devam edecektir.

Albert Einstein'ın teorileri, yalnızca fiziksel gerçeklik anlayışımızı köklü bir şekilde değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda birçok yeni bilimsel alanın doğmasına da zemin hazırlamıştır.

Bugün bile, modern astrofizikten parçacık fiziğine kadar pek çok alan,Einstein'ın çalışmaları üzerine inşa edilmiştir.

Einstein, teorik zekâsı ve sınır tanımayan düşünce gücü ile bilim dünyasına yön vermiş, insanlığın evrene dair bilgi dağarcığını derinleştirmiştir.

Einstein'ın keşifleri, bilimde ilerlemeyi teşvik eden ve yeni kuşak araştırmacılara ilham veren bir miras olarak, modern bilimin temel taşlarını oluşturmaya devam etmektedir.

Tarihçi olan eşim Nurdoğan Hanım, bu yazıyı okuduğunda, bana bu yazımda bir eksiğimin olduğunu, buradaki bilim insanlarının, insanlık tarihine ve insanlığın geleceğine yapmış oldukları katkıları göz önüne alındığında orada olmayı en çok hak ettiğine inandığı bir kişinin olması gerektiğini bana söylediğinde, çok merak ederek bu kişinin kim olduğunu sordum.

Tabi ki,

Mustafa Kemal ATATÜRKolduğunu söyleyince hiç şaşırmadım.

Saygılarımla?