Hilal Genç

Bir Pazar Hikayesi…

Hilal Genç

Soğuk bir kış günü elinde fincanı, buğulanmış camdan dışarıyı seyrediyordu. Sokağın bütün lambaları yanıyordu.

Ama onun yüreğinin ışığı çoktan sönmüştü.

Dışarıda buz gibi bir soğuk içinde yanan koca bir ateş vardı. Her zaman yaptığı gibi biraz müzik dinleyip sonra yeni başladığı kitabına gömülüp dünyadan uzaklaşıp uykuya dalacaktı. Ama bu akşam işler planladığı gibi olmadı. Pencerenin dışında gördüğü o bir çift parıltıyı bir süre izledi sonra gözünü başka bir yöne çevirdi. Ama gözleri her seferinde yine aynı noktaya dönüyordu. Vestiyerde duran paltosunu aldı. Ondan hediye, yıllardır boynundan göğsüne sarkıttığı yüreğini ısıtan atkıyı yavaşça boynundan doladı, dışarıdaki soğuğa aldırmadan merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı. Apartmanın kapı kolunu tuttuğunda irkildi. Parmak uçlarından bütün vücuduna yayılan soğuğu hissetti, içi üşümüştü.

Ne garip diye düşündü üşüyordu ama yangını sönmüyordu. Apartmanın kapısından kaldırıma doğru adımını attı, ayağı ince bir sesle karın içine gömüldü, sonra diğer ayağı, her adımda aynı sesi duyuyordu. Sessiz sessiz yağan kar taneleri sanki üzerlerine basıldıkça inliyordu. Ve rüzgar sessizliğin içinde ince bir melodi gibi ona eşlik ediyordu. Tam evinin karşısında gördüğü parıltıya doğru yürüdü ve birkaç adım sonra hiçbir şey umursamadan yaşadığını düşündüğü evinden onu bu soğukta dışarı çıkaran minik gözleri ve vücudu tir tir titreyen karın beyazına inat simsiyah tüyleriyle o minik köpek yavrusuyla göz göze geldi. Öyle mahsun ve hüzünlü bakıyordu ki. Sessizce inliyordu, dilleri aynı olmasa da anlamıştı onu. Çünkü yürek dili diye bir şey vardı ve o acı çeken, yardım isteyen bir yüreğin çığlığını, dilini nerde olsa anlardı. 

Önce tedirgin bir şekilde başına dokundu. O kadar minikti ki ona bir şey yapması mümkün değildi ama yine de tedbirli olmak istedi. Sonra ufak ufak onu okşamaya başladı o okşadıkça ufaklığın tüylerinden karlar temizlenmeye ve titreyen minik vücudunun sıcaklığını hissetmeye başladı.  Bu soğukta onu dışarıda bırakamazdı. Minik bedenini kollarının arasına alarak ve bu sefer hızlı adımlarla ne karın ne de rüzgarın çıkardığı sesleri duymadan doğruca evine çıktı. Onu hemen bir battaniyeye sardı. Sadece ona hayranlıkla bakan gözleri dışarıda kalmıştı. Yıllar sonra ilk defa bir çift göz içini ısıtmış onu gülümsetmişti. Müzik falan açmadı, kitap da okumadı tüylerini kuruttuğu yavruya sarılıp onun nefesini dinleyerek uyudu.  O sabaha huzurla ve yüzünü yalayan minik bir suratla uyandı, tebessüm etti yine uzun bir aradan sonra doğan günde. Kar koydu adını kapkara rengine inat. Çünkü hayata tutunmuştu o gece, yalnızlığına, çaresizliğine o soğuğa ve kara inat.

Gündüzleri açmadığı perdelerini açtı, dolaptan biraz süt çıkardı ve ısıttı. En sevdiği yemek takımının bir tabağını onun önüne koydu ve minik diliyle sütü şapırdatarak içmesini seyretti, tekrar gülümsedi. Kendine bir çay demledi, kahvaltısını yaptı. Ufaklık durmadan paçasına asılıyor üzerine tırmanmaya çalışıyordu. Onu kucakladı ve kahvaltıyı beraber yaptılar. Biriyle kahvaltı yapmayalı ne kadar zaman olmuştu diye düşündü ve yine gülümsedi. Pencereden dışarıya baktı. Dışarısı yine çok soğuktu ama kar'ı dışarı çıkarması gerekirdi. Vestiyerden paltosunu aldı, atkısını boynuna doladı. Kar üşümesin diye onu paltosunun içine soktu ve birlikte dışarı çıktılar. Biraz dolaştılar böyle.  Sonra bir ağaç dibine onu bırakıp bekledi. O sırada yüreğindeki ateşin bir gecede nasıl huzurlu bir sıcaklığa dönüştüğünü düşündü. Bir insanın açtığı koca bir boşluğa bu minik canlının nasıl oturduğunu anlamaya çalıştı. İnsanlar içinde kendini yalnız hissederken bu minik surat bir gecede nasıl ona arkadaş olmuştu. Böyle günler günleri kovaladı. Aartık ne eve ne içine kapanmıyor, hayata isyan etmiyor, gün içinde Kar'la beraber neler yapacağını planlıyordu...

Sevginin her hali her şekli güzeldi. Üstelik bir de bu derdini anlatamayan, onu sev diye etrafında şebeklikler yapan, sana bir zararı olmayan masum bir cansa.

Yine bir sabah yüzünde tebessümle uyandı. Kar çoktan uyanmış yorganı çekiştirmeye başlamıştı. Kafasını okşadı. "Hadi hazırlan çıkıyoruz" dedi gülerek. Üzerini giyindiğinde Kar çoktan kapının arkasına geçmiş bekliyordu. Vestiyerden paltosunu aldı, atkısını parmakları arasında okşayarak boynuna doladı ve birlikte merdivenleri inip apartmandan çıktılar. Önce Kar gördüğü ilk ağacın dibine koştu, o sırada birkaç dal nergis alabilmek için sokak başındaki çiçekçiyi aradı gözleri. Neyse ki oradaydı bir kaç bağ nergis aldı ve uzun zamandır ziyaretine gitmediği yürek yangınının yanına gitti. Önce onu uzunca seyretti.

"Ben geldim" dedi.

O ses vermedi. "Biliyorum kızgınsın bana gelmediğim için ama ben de sana çok kızgındım beni bırakıp gittiğin için" dedi.

O yine ses vermedi. Bir yandan toprağı seviyor bir yandan nergisleri onu incitmesin diye yavaşça üzerine bırakıyordu.

Kar sanki olan bitenin farkındaymış gibi sessizce bekliyordu. "Artık sana kızgın değilim" dedi "Ve artık yalnız da değilim. Bundan sonra sık sık seni ziyarete geleceğim. Beni merak etme artık iyiyim " dedi

Bir şekilde bizden giden ya da kaybettiğimiz sevdiklerimiz ardından hayattan kopmak ne kadar büyük bir hata diye düşündü. Çünkü sevgi ve sevdiklerimiz önce bizim içimizde var oluyordu. Bazen boyut değiştiriyor bazen şekil değiştiriyor, bizim onlarla var ettiğimiz sevgi sonsuza dek yaşıyordu.

Yoklukları sevmeye ve yaşamaya engel değildi.

Sevmek yaşamamın ana kuralıydı. Havasız, susuz, yemeden yaşanmayacağı gibi bir şeyleri sevmeden de yaşanmazdı insan.

Birilerinin yerine bir şeyler ya da birilerini koyarak değil ama hayata tutunarak, umut ederek, acıdan değil sevgiden beslenerek, sevgiyi paylaşarak çoğaltarak ve yeniden severek yaşamak...

Sevginin her türlüsünün bir şifa olduğunu bilerek. Tüm canlıları ama önce kendini severek yaşamak...

Ve öyle de yaptı.