Bu hafta sizlerle eski Samsundan aklımızda kalanlar üzerine sohbet edelim istiyorum. Tabi daha çok benim aklımda kalanlardan.
E, ama sizde her hafta kendinizden bir şey yazıyorsunuz dediniz değil mi?
Ne yapayım duygu ve düşüncelerimi yazınca ben de araya kaynıyorum.
Şehr-i Samsun. Kurtuluşun, Atatürk'ün, denizin, mavinin şehri. Kıymeti bilinmeyen, iyi yönetilemeyen, Karadeniz'in incisi Samsun.
Dalgaların sahille buluştuğu, sahilinin turizmle buluşamadığı, ihmal edilmiş, unutulmuş şehir Samsun. Yeşilin acımasızca yok edildiği, buldukları toprak parçasına betonun dikildiği, acımasızca taşa dönüştürülen ama yine de bize sevgiyle bakan güzel şehrim Samsun.
Şimdi bu yazdıklarım azıcık bir yerlere, birilerine dokunduysa ve ne demek istediğimi anlatabildiysem artık yazımın ikinci bölümüne geçebilirim.
Hepimizin aklına bir şeyler gelir Samsun'un caddelerinde, sokaklarında yürürken. Ççünkü aklımızda duranların hiçbiri yerinde durmuyor değil mi?
Nereden başlayayım ki? Mesela Cumhuriyet meydanı. Ortasında yunusların su fışkırttığı havuz güzel bir görsel değil miydi? Estetik ve huzur verici. Ama birilerinin huzurunu kaçırdı zannımca.
Neyse laf işittirmeden özlediğimiz Samsun günlerinden bahsedelim. Meydandaki Samsunun ilk parkı olma özelliğini taşıyan Onur Anıtı'nı çevreleyen çocuk parkındaki demir kaydıraktan kaymayan var mı aramızda? Ya da yükselen suya ağzımızı dayayıp, suyu yakalayıp içtiğimiz O su fıskiyesini hatırlamayan. Bugün sadece Lunaparkı kalmış olan fuarın tam ortasında bulunan köprünün tahta merdivenlerinden koşarak çıkıp köprünün üstünden etrafa bakmayan var mı? Yere dizilmiş sigara paketlerini almak için halka fırlatmayan.
Fuar kültürü bugünlerde belki anlamına uygun olarak her şehirde bir şeyler sergilemek amacıyla kurulsa da, bizim zamanımızda süreklilik arz eden eğlencenin gazinonun bol olduğu, sanatçıların geldiği, ailece gidip gezerek vakit geçirebildiğimiz bir olguydu. Kayıklar vardı fuar içinde. Binilir gezilirdi. Denizden gelen kötü kokuya rağmen kenara dizilmiş banklara oturulur ve bir Samsun simidi alır yerken denizi seyrederdik.
Bugün hala çok şükür ki yerinde duran ama kimsenin farkında olmadığı Arkeoloji ve Etnografya müzesi her fırsatta gezilirdi. Şimdiki gençlere sorsak sanırım öyle bir yerin varlığından da haberdar değildirler.
Yine meydanda bulunan okul turnuvalarının,Samsun Son Haber müsabakaların yapıldığı Yaşar Doğu Spor salonunun önünde mutlaka bir kalabalık bir hareketlilik olur, içeri girer neye denk geldiysek izlerdik.
Büyük Samsun Oteli vardı, adıyla müsemma şehrin simgelerinden. Yerinde şimdi muhtemelen yapımı birilerine fayda sağlamış ne amaçla ne kadar kullanıldığı tartışılır bir bina var.
Tek-Gıda düğün salonu vardı meydanda Fuarda düğün yapamayanların tercih ettiği fiyat olarak biraz daha makul olan.
Yıllar içinde yıkılan yok olan, değişen çok şey var elbette ama bazıları var ki şehrin simgesi olmuş keşke dursaydı diyoruz.
Sizin aklınızdan ilk neresi geçiyor?
Yaa şurası da dursaydı dediğiniz.
Mesela Konak Sineması. Bir şehrin buluşma noktası. Sevgililerin, adres bulamayanların, buluşup bir yere gidecek olanların önünde bekleştiği, altında her çeşit elektronik parçayı bulabileceğiniz dükkanların olduğu, merdivenlerinde çıtır Samsun simidinin satıldığı, boy boy film afişlerinin direklere, duvarlara asıldığı, içerisinde özel loca salonların bulunduğu, her perşembe acaba hangi film gelmiş diye önünde afişlere baktığımız, Samsunun simgelerinden ve bence bir tarih olarak yerinde kalması gereken bir yapıydı.
Eskilere gidince, yine aklıma bir sürü yer geldi bizim andığımız ama şimdi yerinde olmayan.
Kuğu pastanesi vardı. Çiftlik caddesinin bitip 56'ların başladığı yerde. Tabi o zamanlar adım başı pastane yok. Pastane dediysek bugünün Cafe diye adlandırdığımız o günün en elit mekanlarından. Herkes gayet şık, bakımlı, pastanede değil de düğün salonunda gibi herkes Janti.
Birtat Pastaneleri vardı onu da es geçmeyelim o da bizim zamanın ünlülerinden.
Çiftlik caddesi sonunda küçücük iki mekan. Biri doluysa diğerine koştuğumuz merdivenlerini çıkarken iki büklüm olup yine de her seferinde kafamızı çarptığımız. Şimdi de pek çok kişinin adını bildiği ama o zamanki lezzetlerini yalnız bizim jenerasyonun bildiği Çalıkuşu ve Beyaz Ev döner salanları. Dükkan önünde sıra beklerdik. "Ahmet abi ayarla oradan bize bir masa çok acıktık"
Ve, ilk Fast Food Hamburger restoranımız Mr Funny. Ne büyük bir olaydı orada cam kenarında oturup yemek yemek. O zaman sosyal medya yok tabi nasıl göstereceğiz orda olduğumuzu. Tabi ki cam kenarına oturup gelene geçene bakarak.
Eskiden okey salonları da böyle lüks değildi. Sigaradan yanmış yeşil kadife örtülerin örtüldüğü, sandalyelerin demirden, çayların zift gibi olduğu ama yine de herkesin gittiği, isimlerini bildiği salon dostça ve kent bilardo salonu. Gençler burada vakit geçirir sosyalleşirdi.
Eminim şu an çoğunuz şurası da vardı, burası da vardı diye hatırlıyorsunuz. O kadar çok yer var ki anılarımızda.
İnsanı en çok üzen şeylerden biri de bu sanırım anılar biriktirdiği mekanların önünden geçerken onları yerinde görememek. Zamanla her şey yitip gidiyor, değişiyor, bazen fotoğraflarda bazen bir film karesinde görüp anımsıyoruz. Her ne kadar bu yazıda kendi geçmişim üzerinden yok olanları yazsam da.
Aslolan bir şehrin tarihinin, geçmişinin korunması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır.