Merhaba bu hafta yine köşemizde buluştuk. Köşe başı sohbetleri de pek bir hararetli ve tatlı olur değil mi :)).
Bu hafta sizin için daha doğrusu hepimiz için yüreğimizi hafifletmek üzerine bir sohbet seçtim. Ben yaşamı yola benzetiyorum biraz.
Bir başlangıç noktamız var ve nihayetinde biteceğini bildiğimiz bir de sonu var. Yolun uzunluğu kısalığı hakkında bir fikrimiz olmasa da o yolu yürüyeceğimizi ve sonuna geleceğimizi hepimiz biliyoruz.
Şimdi size sorsam tercihiniz deniz kenarında, maviyle yeşilin kucaklaştığı, çiçeklerle bezenmiş sorunsuz bir yolda yolculuk yapmak olur. Tabii benim tercihim de bu olur.
Amma velakin hayat böyle bir şey değil. Keşke biletimiz hep seyri güzel bir cam kenarına kesilse değil mi? Ama bazen stabilize yollara denk gelip sarsılıyoruz :).
Yolu yürürken öğreniyoruz pek çok şeyi bazen zorlanıyoruz oturup dinlenme ihtiyacı duyuyoruz, bazen pes ediyoruz bırakıyoruz. Ama bu yolun bir farkı var sen yürümesen de tükeniyor ve o sona geliyorsun.
O zaman ne yapmalıyız diye kendimize bir sorsak cevabımız ne olur?
Bir yola çıkmışız. Yol çok kalabalık bizim gibi milyonlarca insan var. Etrafımızda bize eşlik eden, elimizden tutan, düşürmeye çalışan, yolumuzu açan ya da yolumuzu kesmeye çalışan insanlar var. Cam kenarı benim. Ama hayır orası benim diye yerimize geçmek isteyen manzaramızı kapatmak isteyen bir sürü insan var. Ben ufak bir valiz yapmışım, kendi yolumda; sakin, etrafı seyrederek, güzellikleri görerek farkına vararak gideceğim ama ekstra yük verenler var. Taşıyabileceğinden fazlasını tutuşturuyor eline ağırlaşıyorsun, yol zorlaşıyor.
Ne etrafı seyredebiliyor, ne yoldan zevk alabiliyorsun. Ve en büyük hatayı yapıyor gözlerini kapatıp kendini yolun akışına bırakıyorsun.
Sonuna gelince beni uyandırın der gibi.
İşte tam bu noktada yaşamı kaçırmaya başlıyorsun.
Oysa ki; unuttuğun bir şey var. Başladığın bu yol senin. Yürürken sana eşlik edenler, gelip geçenler hepsinin ayrı bir yolu var. Sonda herkes birbirinden bağımsız.
Düşsen de kalk yola devam et, yolunu kendi seçtiğin gibi yürüyeceksin.
Bu yaşam yolculuğunda insanı en çok yine kendisi yoruyor ve üzüyor diye düşünüyorum bazen.
Taşıyamayacağımız hiçbir şeyi, hiç kimseyi yük etmemek lazım. Şöyle bir durup düşünün sizi en çok yoran, en ağır gelen şey ne diye.
Bence yaşamı en çok zorlaştıran şey kızdığımız, affetmediğimiz yüreğimize yük ettiğimiz insanlar. Çünkü onlar yüreğimizde, beynimizde olduğu sürece mutsuz olacağız. Yolumuz zorlaşacak, onlara odaklanmaktan yolun güzelliklerini kaçıracağız, olmamız gereken yerde olamayacağız. Koca bir taş gibi yüreğimizde durup yolumuzu kapatacaklar.
Beni çok etkileyen bir yazı okumuştum ve orada şöyle bir söz geçiyordu. "En uzun yolculuk insanın beyninden yüreğine yaptığı yolculuktur."
Eğer hepimiz bu yolculukta yüreğimizle beynimizi buluşturabilirsek, bizi üzen, yoranları önce kendimiz için affedip yolun bir kenarında bırakabilirsek?
Vedalaşabilirsek hırslarımızlan, kavgalarımızlan?
Ve barıştırabilirsek yüreğimizle beynimizi, yolumuz açık. Yaşamımız daha güzel olacak bence. Bu sebepten; bırakın kendi yoluna gitsin yüreğinize yük olan ne varsa. Yüreğinize taş bağlamayın, özgür bırakın. Bu kendinize yapacağınız. En büyük iyilik olur bence.