Bu hafta yazımı güzel insan Özkan Uğur nezdinde kaybettiğimiz değerli sanatçılarımıza ithaf etmek istiyorum. Eminim; pek çoğumuz kendi yakınını kaybetmiş kadar üzüldü onun ölümüne. Enerjisi, sanatı, gülen, güldüren kişiliğiyle hepimizin gönlünde taht kurmuş bir gönül adamıydı. Umarım buradaki ışığı onu orada da aydınlatıyordur.
Teker teker yitiriyoruz; çocukluğumuzu, gençliğimizi, en çok da bu üzüyor belki de bizi. Hiç tanımadığımız bu insanlarla kurduğumuz gönül bağımız kopuyor, yalnızlaşıyoruz.
Onlar üzerinden kurduğumuz hayallerimiz, yaşadığımız aşklarımız yitiyor sanki birer birer.
Barış Manço'yla kutusundan çıkardığımız kol düğmelerini, Zeki Müren'le eskimeyen dostları, Kayahan'la siyah beyaz aşkları dalıp dalıp dinliyoruz hala. Müslüm'le hasret rüzgarları estirip, Ahmet Kaya'yla başımızı belaya sokuyoruz. Tarık Akan'la kardeşime ağlıyor, Cüneyt Arkın'la atıl kurt diye sesleniyoruz. Kemal Sunal'la kocaman gülüyor, Levent Kırca'yla olacak o kadar diyoruz anılarımıza. Kutunu açıyorum diye espriler yapıyoruz yıllara rağmen Cenk Koray'dan. Adnan Şenses'le meyhaneciye kızıyor, İbrahim Erkal'la canısı diye bağırıyoruz, Yıldız Kenter'le beyaz bir melek oluyor, Müşfik Kenter'den şiirler dinliyoruz hala. İlhan İrem'le anlasana diye bağırıyor, sallanan bir boş beşik görürsek Fatma Girik'i hatırlıyoruz.
Bedenleri ölüyor birer birer ama öldüremiyoruz yüreğimizde onları. Göçüp gidiyorlar bu dünyadan ama tebessümleri yüzümüzde sesleri kulağımızda kalıyor ve ölümsüzleşiyorlar nesilden nesle.
Aslında bizim dönemimizde hiç yaşamamış ya da ömrümüzde bir kere bile temas etmediğimiz, karşılaşmadığımız insanları izliyor, dinliyor, seviyoruz, hayatımızın içine alıyor, ailemizden biri gibi görüyoruz onları. Belki kendimizi buluyoruz söylediklerinde, bizim anlatamadıklarımızı anlatıyorlar. Mimikleriyle, gülüşleriyle, samimiyetleriyle dokunuyorlar bize.
Beyaz soğuk bir camdan evimize yüreğimize giriyorlar sevgiyle.
Ölümü sanatla ölümsüzleştiriyorlar. Ve bu dünyadan böyle güzel insanlar iyi ki;
gelip geçiyorlar.