Hilal Genç

Virüsün Adı İnsan

Hilal Genç

Merhaba, sevgili okurlar.

Bu hafta yine sizlerle eski yeni kıyaslaması yapacağız. Sizlerle diyorum çünkü ben buradan yazarken, sizlerin de oradan yazıya dahil olmanızı istiyorum.

Konumuz eski ve yeni insanlar. Bu da ne demek şimdi diyorsunuz sanki, duyuyor gibiyim.  İnsan insandır, eskisi yenisi mi olur?

Olur vallahi, üstelik bence insanın eskisi makbul, yeniler çok arızalı :)) İşin şakası bir yana ben bu hafta, eski insanda hastalıklar ve şimdiki insanda hastalıklar üzerine biraz sohbet etmek istiyorum.

Tıbbi bir sohbet değil tabii ki.

Bu benim işim değil. Ben işin duygusal kısmıyla ilgileniyorum.

 Konuya önce şimdilerin hastalığı hijyen takıntısıyla başlamak istiyorum. Önce bir uyarayım sizleri, hijyenik olmayın pis pasaklı gezin demiyorum bu konuda anlaşalım ve haydi biraz eskilere gidelim.

Şimdilerde musluktan içmediğiniz sulardan başlayalım. Ay kokuyor, ay çok pistir, kim bilir içine neler karıştı dediğimiz sulardan.

Allah aşkına eskilerde bahçelerdeki tulumbadan su içen insan farklı mıydı ? Topraktan gelen tadına doyulmayan o sudan, hem de kana kana, buz gibi de olurdu valla.

Kimin musluğunda arıtma vardı ve kim musluk suyu içiyor diye hastalığa tutulmuştu?

Şimdi insanlara bakıyorum çayını, yemeğini bile arıtma ya da hazır suyla yapıyor. Musluktan akan su mikroplu olabilirmiş, hastalık taşıyabilirmiş ama plastik damacanalarda ve şişelerde eve alınan sular çok hijyenik ve sağlıklı öyle mi? Tabi bir de arıtmalarla bütün minerallerinden ayrıştırılan sular var. İyi kötü ne varsa yok oluyor suyun içinden.

Hazır  konu temiz sudan açılmışken, izninizle bir anımı paylaşayım sizinle.

Canım Babamla bir gün dere boyu balık avlamak için yürüyorduk, çocuğum tabi bir süre sonra yoruldum, susadım. Baba çok susadım ben dedim o zaman lüks tabi pet şişe su, yanımıza suyu bile musluktan doldurup getiriyoruz.  Ama o da yok.

Yürü biraz, "bulacağım sana su." dedi. Suyun içinde taşlardan atlaya atlaya gidiyoruz, "tamam burası gel." dedi, nasıl! dereden mi içeceğim? Ayaklarımız içinde kim bilir daha nelerde geldi geçti içinden? İki taş arasını gösterdi bana, su içinden su çıkıyordu. "Buradan iç." dedi toprağın içinden çıkıyor bu su kaynak suyu. Çok şaşırmıştım gerçekten.

Ee susadım dedim bir kere. Yok su pismiş, yok içinde sinek böcek varmış sıkıyorsa içme Abdullah Genç başında. Babam olur kendisi.

Akan su pislik tutmaz iç bakayım dedi Vallahi de korkumdan içtim ama içtiğim en lezzetli suydu diyebilirim, hasta falan da olmadım çok şükür, bu yaşa kadar da geldim. 

Birde hatırlıyorum da birkaç gün sular kesilirdi, tankerle su gelirdi mahalleye, biz o suyla yer içerdik. O hooo nerelere gittin demeyin.

Çok uzak değil? Sadece demek istediğim hangimiz bu suları içtik diye hasta olduk? Şimdi değişen ne? Merak ediyorum.

Biz yere düşen ekmeği üfleyip yiyen nesilken,  hatta biraz daha ileri gideyim ağzımızdan düşen emziğimizi, annelerimiz ağzına sokup temizlendi diye ağzımıza tıkarken, şimdi neredeyse havayı dezenfekte edip öyle çocuk büyütüyoruz. Herkesin çantasında bir ıslak mendil, düştü dizini sil, yedi ağzını sil, ay bir yere dokundu elini sil, herkeste bir virüs korkusu. Islak mendil, ya da dezenfektan daha masum değil bence, ortalıktaki kaçmaya çalıştığın o mikroptan.

Hayır sen pis misin diye düşünen olabilir, valla pis değilim ama bu kadar ayrıntılarda takılı değilim.

Artık teknolojiyle mi, zamanla mı bilmiyorum virüsler, mikroplar hastalıklar hem evrim geçirdi hem çoğaldı. Ya hep varlardı insan güçlüydü ya da biz onları çoğalttık insan zayıf düştü.

Bir dönem , aman haaa tereyağı yemeyin kalbe zararlı, yumurta çok yemeyin kolestrol sebebi, az yiyin sık sık yiyin, tuz dan uzak durun, taze süt içmeyin içindeki bakteriler çok zararlı diye bağırdılar, şimdi ise bunların tam tersi söylemler. Virüsü, mikrobu, hastalığı mı kandırmaya çalışıyorlar bizi mi bilemedim .

İnsanoğlu her şeyi bu kadar çok bilmezken, doğa ne verdiyse yemiş içmiş, uyum içinde yaşarken daha mutlu, sağlıklı ve uzun ömürlüymüşüz.

Şimdi bakıyorum, ya herkes hastalık hastası, ya da hasta. 

Bir modadır gidiyor. Bağışıklığın düşmüş, al bu vitamini iç, şu vitamin eksilmiş, al bu hapı yut, hapı zaten yutmuşuz diyeceğim de olmayacak. Ama dedim dimi :))).  Yorgun mu hissediyorsun? Şunu suya at iç. 

Hani meşhur Keanu Reeves in oynadığı Matrix filminde tabağa yemek niyetine haplar koyuyorlardı aynen o durumdayız. Korkuyorum yakında evlerde yemek de pişmeyecek. Sabahları yeşil hap, öğlen mavi, akşam kırmızı. Oldu bitti, pişirme derdi yok, bulaşık derdi yok hadi afiyet olsun.

Beni bırakın arkadaş, suyumu musluktan içiyorum, toz toprak çamuru dert etmiyorum,   Meyveden, sebzeden vitaminimi alıyorum, temiz hava bol güneş ve en önemlisi her şeyi dert etmiyorum. İnsanız hasta olacağız elbet? Allah dermansız hastalıklardan korusun, onun dışında bu kadar titizlenmeyin her şeye.

Yaa vallahi şimdi yazarken geldi aklıma güleceksiniz  bana belki. Eskiden büyüklerimiz başı ağrıyınca çemberlerini kafalarına  dolar sıkarlardı iyi geliyor diye. Yahu şimdi bu bilim oldu şakağınızın şurasına bastırın ağrıya iyi gelir diye yeni kıta keşfetmiş gibi anlatıyorlar.  Bu arada bu kadın bilime de mi karşı demeyin, değilim tabii ki?

Sadece şunu söylüyorum, insanın var oluşundan bu yana bir akış, düzen, oluşum ve yaşayış var. Bizler bu düzeni, akışı bozmaya devam ettiğimiz sürece iyi olamayacağız. Korkmamız gereken virüsler, mikroplar değil,

korkmamız gereken, İnsanlığın düşmanı olan İnsanlardır.