Tanrı'nın bu Dünyayı nasılyarattığını bilmek istiyorum."
Albert Einstein
"Bir şeyin nedenini öğrenmeyi, kral olmaya yeğ tutarım"
Demokritos
t = 0 anından başlayan yolculuğumuz boyunca olağanüstü gizemli varoluşların ortaya çıkışına tanıklık ederken, "yaradılış" sözcüğünü sık sık kullandım. Birçok okuyucum, bu sözcüğün "hangi anlamda kullandığıma" dair meraklarını benimle yazılı ve sözlü olarak paylaştı.
"Yaradılış" kelimesi birçok farklı anlamda yorumlanmakla birlikte bunlar arasında net bir ayrım yapabilmek bu yazı dizisi için bence de önemli.
Ünlü astrofizikçi Paul Davies"yaradılış" sözcüğüne yüklenebilecek anlamları yalın şekilde özetlemiş:
Başta fizikçiler olmak üzere birçok bilim insanı doğanın en gizemli olaylarını birkaç harf ve/veya sembollerden oluşan matematiksel denklemlerle ifade etmeyi tercih ederler. Bu doğanın işleyiş mekanizmasının altında yatan yasa ve kuralların gizemini anlaşılır olarak ifade etmenin en etkili yoludur.
Tabi ki, hiçbir şey"yaradılış" kelimesine,Einstein'ın o ünlüE = mc2 denklemi kadar anlam veremezdi.
Aslında bu denklem öyle bir denklem ki, t = 0 yaradılış anından 13.8 milyar yıllık günümüze kadar her zaman dilimindeki bütün yaratılışların temellerinde yatan gizemleri açıklamaya çalışan denklem olma özelliğini taşır.
Bu nedenle,E = mc2 denklemini bu yazımda kısaca ifade ederken, bir başka yazımda daha geniş bir şekilde açıklamaya çalışırım.
E = mc2 denklemi, kütle ve enerjinin denkliğinin matematiksel bir ifadesidir veE enerjiyi, m kütleyi vec de ışık hızını ifade eder.
Bu denklem, her bir kütlenin bir enerjiye, her bir enerjinin de bir kütleye karşılık geldiğini ifade eder.
Günlük deneyimlerimizde kütle; elle tutulabilir, gözle görülebilir somut bir varlığa karşılık gelir. Oysam kütlesinic2 ile çarparsanız, madde artık -en azından insanlar için- görülebilir boyuttan çıkar, Eile ifade edilen enerji boyutuna geçer.
Acaba, Lavoisier, "Maddenin Sakımı Kanununu" tartışırken"Hiçbir şey yoktan var, vardan yok olmaz"diyerek bunu mu ifade etmek istiyordu?
Bu bir kanun olduğuna göre, gerçekten de hiç bir şey yoktan var olamaz mı? Var olan bir şey yok olamaz mı?
E = mc2 denklemi, varoluşun karanlık derin dehlizlerindeki bilinmezliğe tutulan bir ışık gibidir.
Tüm bunları tartışırken hissettiğim heyacanı paylaşabilmek adına okur dostumun da -kısa bir ara vererek- denklemdeki"=" (eşit) sembolü üzerine düşünmesini isterim.
Somut olarak tanımlayabileceğimizmkütleli bir varlığı,c2ile çarpıyoruz ve tam bu çarpım"="bölgesinden geçerken soyut bir kavram olan enerjiye dönüşüyor.
Bir başka ifadeyle, günlük deneyimlerimizle ifade edecek olursak; yokluğa?
Tersi de doğrudur!
Uygun fiziksel koşulları oluşturursak, enerji de"=" eşitlik bölgesinden geçerken somut bir varlık olan kütleye dönüşüyor.
Olağanüstü heyecan verici bir durumla karşı karşıyayız.
İnsan aklının, varoluşun olası durumlarını kavrayışında, sınırını zorladığı bir yerdeyiz.
Burada -gündelik dilsel tanımlarıyla- somutu soyuta, soyutu da somuta dönüştüren mekanizmanın, yani "=" eşitlik bölgesinin gizemi hala çözülebilmiş değil.
Bu değişim mekanizmasının ne olduğuna dair olağanüstü gizem belki de önümüzdeki yüzyıllara sarkacak.
Burada bir şeye açıklık getirmek isterim. Hiçbir zaman hiçlikten varlığa, varlıktan hiçliğe dönüşüm olmamaktadır. Ancak, maddenin bir halinden diğerine dönüşüm gerçekleşmektedir. Bir başka ifadeyle madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşmektedir.
Yani, toplam enerji her zaman korunur.
Ünlü astrofizikçi Paul Davies' e göre:Kütlenin enerjiye denk veya eşdeğer olması bir anlamda maddenin"hapsedilmiş" enerji olduğu anlamına gelir. Eğer kilidini açmanın bir yolu bulunursa madde bir enerji patlamasının ortasında gözden kaybolur ya da eğer yeterli enerji bir şekilde yoğunlaştırılırsa madde ortaya çıkar.
Artık yaradılış kavramlarıyla ilgili genel bir görüş oluşturduğumuza göre, uzay ve zamandan bağımsız hayal gücü uzay gemimizle varoluşun muhteşem anlarına tanıklık ettiğimiz heyecan dolu yolculuğumuza devam edebiliriz.
Başlangıçtan 300 milyon yıl sonra ilk defa görüş alanımızda ışıldayan küçük ışık parçacıkları ortaya çıkıyor.
Acaba yaratılışın yeni bir aşamasına mı tanıklık ediyoruz?
Merakımızı gidermek için rotamızı ışıldayan bu ışık parçalarından birine çevirelim.
Işık kaynağına yaklaştıkça ortamdaki hidrojen gazı yoğunluğu artıyor ve birbirleriyle sürtünerek ısı açığa çıkarıyorlar. Merkeze yaklaştıkça sürtünme artıyor, buna bağlı sıcaklıkta da olağanüstü büyük rakamlar kayda geçiyor.
Kaynağın merkezine yaklaştıkça civarında artan sıcaklık nedeniyle hidrojen çekirdekleri zik-zaklar yaparak olağanüstü derecede birbirine yaklaşıyorlar hatta zaman zaman da kafa kafaya çarpışıyorlar.
Kafa kafaya çarpışan hidrojen çekirdekleri nükleer reaksiyona girip birleşiyorlar. Artık yeni bir elementimiz daha var: Helyum.
Bu nükleer reaksiyon sonucu 15 milyon santigrat dereceye karşılık gelen muazzam bir enerji açığa çıkıyor.
Bir başka ifadeyle dev gaz yığınları merkezlerinde hidrojen elementlerini pişirerek helyum üretiyorlar.
Aslında,Kütle Çekim Kuvveti ilk ilkel yıldızları yaratmak için iş başı yapmıştı.
Önce, hidrojen atomlarını belli merkezlerde toplamaya başlayarak dev küresel hidrojen bulutları oluşturdu ve giderek merkezde yoğunluk arttıkça, merkeze doğru hareket daha da hızlanmaya başladı. Zaman ilerledikçe yoğunluk öylesine arttı ki hidrojen çekirdekleri nükleer reaksiyona girerek helyum çekirdeği üretmeye başladılar.
Merkeze doğru çekim nedeniyle çapları küçülmeye başlayan devasa küresel hidrojen gaz yığınları açısal momentumun korunumu yasasına göre, yavaş yavaş kendi eksenleri etrafında dönmeye başladılar.
Bu sırada nükleer reaksiyon tarafından üretilen 15 milyon santigrat derecelik ısı, içten dışa doğru ısı basıncı uygulayarak, içe doğru olan Kütle Çekim Kuvvetini dengelemeye başladı.
İlk yıldızların doğumuna tanıklık ediyoruz.
Artık yıldızlar ısı ve ışık yaymaya başlamışlardı. Yakıt olarak ta evrenin ilk ve en bol ürünü olan hidrojen elementlerini kullanıyorlardı.
Sadece bir ışık kaynağına doğru hareket ederek bir yıldızın doğumunu izledik. Fakat uzak görüş alanlarımızda olağanüstü hareketlilik devam ediyor. Farklı şiddette ışıldayan yeni yeni yıldızlar oluşuyor, görüş ufkumuzdaki ışık kaynakları sürekli artıyor.
İlginç şeyler oluyordu. Yine şaşkın bir şekilde olanları heyecanla izlemeye koyulduk.
Galiba bir çekim alanı girdabı içerisindeyiz.
Yıldızlar sanki görünmez bir merkezin etrafında yavaş yavaş bir araya geliyorlar, etrafında dolanmaya başlıyorlar.
Olanlara bir türlü anlam veremiyoruz. Sanki büyük bir okyanusun içerisinde girdaba yakalanarak savrulmaktayız.
Gemimizle olay mahalini görmeye devam edebileceğimiz bir mesafeye çekilelim ve seyreyleyelim:
İşte!Yine Kütle Çekim Kuvveti iş başında:
Bu defa yeni oluşan yıldızları ve aralarındaki gaz topluluklarını bir merkez etrafında topluyor ve ilk galaksi oluşumlarının temellerini atıyor olmalı.
Bu oluşu izlemek muhteşem. Yeni oluşan galaksiler devasa küresel yapılar oluştururken, ilginç bir şekilde kendi eksenleri etraflarında da dönmeye başlıyorlar.
Bu dönme sonucu, küresel yapıdaki devasa galaksilerin küresellikleri bozulmaya başlıyor. Sanki zaman ilerledikçe galaksiler içerisindeki yıldızlar bir at arabası tekerleğindeki spiral kollar gibi yapılar üzerinde toplanmaya başladılar.
Kütle Çekim Kuvveti evrenin işleyişinin tüm kontrolünü ele almış görünüyor.
İlkel yıldızlar henüz daha hidrojen yakarak ilk elementi olan helyum elementini ürettiler.
Peki ya diğer 117 element nasıl oluştu?
Bir yıldızın içerisindeki hidrojen yani yakıtı bitince o yıldıza neler olacak?
Bütün yıldızları bir arada tutan galaksilerin merkezindeki o görünmez şey nedir?
Bilim ve teknoloji devrimi bugün bu soruları sormamıza imkan veriyor.
Acaba farklı bir yol izlenseydi bu soruları sormaya ve aydınlatmaya devam edebilir miydik?
Zamanda yolculuğumuz devam edecek.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Hüseyin KALKAN
Not: Her türlü eleştiri ve sorularınızı 05333465800 numaralı WhatsApp tan veya kalkanh@omu.edu.tr adresinden yazabilirsiniz.