Bize algı, akıl ve zeka bahşeden Tanrı'nın bunları kullanmamızı
İstemediğine inanmayı reddediyorum.
Galileo Galilei
Şu an beni en çok heyecanlandıran şey;
evrenin tahmin ettiğimizden daha tuhaf değil,
tahmin edebileceğimizden de daha tuhaf olduğudur.
J.B.S. Hallisen
Artık büyüklük kavramlarıyla ilgili genel bir görüş oluşturduğumuza göre, uzay ve zamandan bağımsız hayal gücü uzay gemimizle varoluşun muhteşem anlarına tanıklık ettiğimiz heyecan dolu yolculuğumuza devam edebiliriz.
Büyük patlamanın üzerinden 380.000 yıl geçmişti. Bu anda sıcaklık 3.000 derece santigrat'ın altına düşmüştü ve evren muazzam bir hızla genişlemeye devam ediyordu.
Bu ana kadar olağanüstü gizemleriyleGüçlü Çekirdek, Zayıf Çekirdek ve Elektromanyetik Kuvvetler, tam da olması gereken zamanda, tam da olması gereken şiddette, sırasıyla devreye girerek maddenin temel yapı taşı olan atomların inşasını tamamlamıştı.
Elektronların protonlar tarafından yakalanmasıyla da ortam biraz sakinleşerek saydamlaşmıştı. Artık uzay gemimizden dışarıyı çok daha iyi gözlemliyor ve analizlerimizi geliştiriyorduk.
Yine müthiş bir doğa olayına tanıklık ediyorduk. Fotonların hareketlerini engelleyen elektronlar ortadan çekilince, artık fotonlar serbestçe hareket ederek günümüze doğru ışık hızıyla yol almaya başlamışlardı.
Başlangıçtan 380.000 yıl sonra yola çıkan bu ışınlar (fotonlar), 1964 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson tarafından tesadüfen keşfedildiğinde önemi anlaşılamamıştı. Aslında bu ışın, bugün "Kozmik Arka Alan Fon Işınımı" olarak tanımlanan Big-Bang'in en önemli kanıtını oluşturuyordu. Ve bu yazı dizisini oluşturan senaryonun da en büyük bilimsel dayanağıydı.
Başlangıçtan 380.000 yıl sonra oluşan hidrojen ve helyum atomlarının uçsuz bucaksız denizinde çok uzun bir zaman boyunca yol almaya devam ediyoruz. Sanki olaylar sakinleşmişti, durgun ve karanlık bir dönemi yaşıyorduk. Yaklaşık 300 milyon yıl süren bu dönemKozmik Karanlık Çağlar olarak biliniyor.
Başlangıçtan bu yana yaklaşık 300 milyon yıl geçmişti. Uzay gemimizden fark edebildiğimiz tek şey evren hızla genişlemeye devam ederken sıcaklığının da hızla düşüyor olmasıydı.
300 milyon yıllık sakin bir yolculuktan sonra birden bire tüm görüş alanlarımızda bizleri yeniden heyecanlandıran enteresan düzensizlikler olmaya başladı ve bu yeni bir yaratılışın habercisi gibiydi.
Evet, üç kuvvetin sırasıyla devreye girerek atomu inşasından sonra, tam da olması gereken bir zamanda ve tam da olması gereken bir büyüklükte, yeni bir kuvvet devreye girerek hidrojen ve helyum atomlarını bir araya getirmeye başlıyor ve onları öbek öbek küçük topaklar halinde bir araya topluyordu.
Bu kuvvet; bizleri Dünya üzerinde, Dünyayı Güneş etrafında tutan ve bütün var edilmişlerin dengesini sağlayan doğanın dört temel kuvvetinden sonuncusu olanKütle Çekim Kuvvetiydi.
Kütle çekim kuvveti, günlük yaşantımızda en çok deneyimlediğimiz, en çok hissettiğimiz bir kuvvet olmasıyla birlikte, etkisi evrenin sınırlarına dayanan, gizemleri henüz daha aydınlatılamamış olağanüstü özelliklere sahip bir kuvvettir.
Galileo Galilei, 1500'lü yıllarda eğik Pisa Kulesi'nden farklı kütlelerdeki cisimleri serbest bırakarak ortaya koyduğu bilgilerle,
Isac Newton, ağaçtan kafasına düşen elmadan esinlenerek bulmuş olduğuF = GmM/r2 ünlü denklemiyle ve
1920'li yıllarda ise Albert Einstein, uzay ve zamanın Kütleçekim Kuvvetini iletmek için yamulduğunu ifade edenGenel Görelilik teorisiyle açıklamaya çalışmalarına rağmen,Kütle Çekim Kuvvetinin nasıl işlediğine dair gizemi, hala çözülebilmiş değil.
Artık bütün bu 4 temel kuvvet görev başındaydı.
Öyle ki, bu dört temel kuvvet, olağanüstü hassas incelikteki dengelerle hidrojen elementini ilmek ilmek işleyerek, başta helyum, lityum, karbon ve oksijen gibi, periyodik tablodaki diğer 113 elementin her birini sırasıyla üretmeye başlayacak ve bugün bizlerin de içerisinde bulunduğu bütün var edilmişlerin inşasını gerçekleştirecekleri 13.5 milyar yıllık olağanüstü maceralı bir yolculuğa girişeceklerdi.
Artık bugünkü evrenin inşası için malzeme ve bu malzemeyi işleyecek her şey hazırdı. Sadece akan bir zamana ihtiyaç vardı.
Kütle Çekim Kuvvetinin etkisiyle öbek öbek bir araya gelmeye başlayan hidrojen ve helyum gazları, görüş alanımızın her yerindeki belirli uzaklıklarda topaklar halinde büyümeye devam ediyordu.
Zaman ilerledikçe olağanüstü dev gaz yığınları oluşmaya başlamıştı. Merkezdeki gaz yoğunluğu arttıkça, etraftaki diğer gazları da merkeze doğru daha büyük bir kuvvetle çekiyordu.
Bizler uzay gemimizden olayları olağanüstü bir heyecanla izliyorduk.
100 binlerce yıl süren bu gaz birikimleri, milyonlarca kilometre çapında milyonlarca sayıda ve çok farklı boyutlarda dev gaz kümeleri oluşturuyordu. Gazların çoğunluğu bu dev gaz kümeleri tarafından çekildiği için ortamda büyük boşluklar oluşmuştu ve uzay gemimiz zifiri karanlık bir boşlukta adeta dev gaz toplulukları arasında olağanüstü bir belirsizliğe doğru ilerliyordu.
Ortam o kadar soğumuştu ki, yavaş yavaş üşümeye bile başlamıştık. Böyle soğumaya devam ederse yaşamımız bile tehlikeye girebilir ve günümüze ulaşmamız mümkün olmayabilirdi.
Uzun bir zaman süresince, adeta zifiri karanlıktaki boşluklar denizinde olayları izlerken yine olağanüstü bir doğa olayına tanıklık ediyorduk.
Çok uzaklarda, çok farklı bir şekilde zifiri karanlığı aydınlatan küçük küçük ışıldamalar oluşmaya başlamıştı. Ortam yavaş yavaş aydınlanıyordu.
Çok şaşkındık!
Neler oluyordu?
Merak ediyorduk.
Çünkü başlangıçtan 300 milyon yıl sonra ilk defa görüş alanımızda ışık parçacıkları ortaya çıkmış, adeta birileri ortamı aydınlatması için evrenin her tarafında kandiller yakıyordu.
Merakımızı gidermenin zamanı gelmişti ve bu kez uzay gemimizin rotasını ışıldayan ışık parçalarından birine doğru çevirmiştik.
Acaba yaratılışın yeni bir aşamasına mı tanıklık edecektik!
Zamanda yolculuğumuz devam edecek.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Hüseyin KALKAN
Not: Her türlü eleştiri ve sorularınızı 05333465800 numaralı WhatsApp tan veya kalkanh@omu.edu.tr adresinden yazabilirsiniz.