Ne tuhaf şey şu futbol! Ne içinde hayatın nede büsbütün dışında. Futbola merak saldığın için "Ne anlıyor ve kazanıyorsunuz şu toptan?" diyen yurdum insanı memleketinin takımı iyi gittiği, art arda galibiyetler aldığında senden çok sporsever oluveriyor. Son zamanlarda bunu daha iyi anlamaya başladık. Takım kaybederken üç beş renktaşla yaptığımız Samsunspor muhabbetine burun kıvıran yahut her yenilgi sonrası "Bu sefer neresinden vursam? diye fırsat kollayanların, Teoman Taş'ın o muhteşem tespitiyle "özentilik ve basitlik" halinde, başarılı sonuçlar alan Samsunsporla ilgilenmelerine sevinsem mi üzülsem mi, bilemedim. Bu vesileyle ölüm yıl dönümünde Teoman Taş'ı özlem ve rahmetle yâd ediyorum.
Kayserispor maçındaki üstün oyun ve net galibiyetle ligin altından yükselme adına büyük hamle yapan Samsunspor'da gözler İstanbulspor maçına çevrilmişti. Zira Fenerbahçe deplasmanında sergilenen takdire şayan mücadele, Kayseri maçındaki takım ve pas oyununa dayalı kompakt futbol, hocamız Gisdol'ün Sivas maçıyla başlayan doğru 11 ve doğru hamlelerle rakiplerini tuş ettiği sistem Samsunspor taraftarına "Avrupa hayalleri" kurdurmaya başlamıştı bile. Bu hava ve atmosferde çıktık maça. Zira maç başlarken 7. sıradaki takımla aramızda sadece 3 puan vardı. Ve biz bu kritik maçı ligden düştüğüne kendilerinin de ikna olduğu bir takımla oynayacaktık.
Takımı süper lige çıkaran hocalarıyla anlaşan ve oyunlarında gözle görülür düzelmeler olan rakip takımın baskın oynayacağını, Samsunspor'unsa topun arkasına geçeceğini, doğru geçiş oyunlarıyla skor arayacağını düşünüyordum. Fakat böyle başlamadı ilk yarı. Bilakis topla Samsunspor oynarken hızlı geçişlerle net pozisyonlar bulan, ofsaytla geçersiz sayılan bir de gol atan taraf İstanbulspor oldu. Beşli savunma ile sahaya çıkan takıma gol atmamız için rakibin atak futbol oynaması gerekiyordu. İkinci yarıya ofansif bir anlayışla çıkacaklarını ve özellikle 70'ten sonra geride büyük boşluklar bırakarak risk alacaklarını, hava ve zemin şartlarına göre atanın kazanacağını ve bu takımın Samsunspor olacağını maçı beraber takip etiğimiz Samsunspor tutkunu Emre Hocam'la paylaştım. Çünkü ilk yarı, maçı kaybetmeyeceği görüntüsü veren bir takım havasındaydık.
Maç başı öngörümün aksine ikinci yarı tahminim tutmuştu. İstanbulspor önde oynuyordu. Ama henüz 10 dakika geçmeden golü atacaklarını hesaba katmamıştım. Şiddetlenen yağmurun etkisiyle zeminin tarlaya döndüğü maçta beşli savunmayı aşmak hiç de kolay olmayacaktı. Buna her hafta aynı oyuncularla oynamaktan mütevellit yorgunlukta eklenince ümitlerimiz zayıflıyordu. Ne var ki imdada Emre'nin terazisi düzgün sol ayağı yetişti. Maçın sonlarına doğru hakemin ve VAR'ın net kırmızıyı es geçtiği maçta tartışmaya açık lehimize verilmeyen pozisyonlar da vardı. Bana sorarsanız, kanaatim bu pozisyonların penaltı için yeterli olmadığı yönünde.
Gelelim başlığa. Maçın anlattığı tek hakikat transfer ihtiyacıydı. Bugüne kadar ileri uç bölgesinde bir sakatlığın yaşanmaması takımın bu puanları toplamasını sağlamış olabilir. Bunda kuşku yok ki Gisdol'ün emeği de çok. Peki, sayın başkan Yüksel Yıldırım transfer için neyi bekliyor? Seneye iki dönem yasak yemişken takım "Yorgunum dostlarım, yorgunum artık!" sinyalleri veriyorken neyi bekliyor? Akşam pazarını değil mi? Yurt dışında fazlaca vakit geçiren başkanımıza Anadoluda sıkça verilen bir öğüdü hatırlatmak isterim: "Ucuz etin yahnisi yavan olur." Umarım bu bekleyiş hüsranla sonuçlanmaz. Vezirköprü'ye ilk kar atıştırmaya başladı bu arada.
"Yağmura dost ilk kar taneleri yüzümde. Bekliyorum, umudun umutsuzluk olduğunu bile bile."
Hoşça bakın zatınıza.