Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Bir Öğrenciden Hocasına Mektup

Prof.Dr. Hüseyin Kalkan

Değerli okuyucularım.

1986 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığım Ondokuz Mayıs Üniversitesindeki görevimin 37. yılımı doldurmak üzereyim.

Evren tarihinde bir an bile olmayan bu zaman aralığı bir insan ömrü için oldukça uzun bir süre.

37 yıllı meslek yaşamım süresince çok sıkıntılı günler yaşamamla birlikte çok heyecan verici ve çok güzel günler de yaşadım ve yaşamaya da devam ediyorum.

 Çok etkilendiğim ve çok değer verdiğim olaylardan birini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Genellikle yürütmüş olduğum derslere öğrencilerin ilgisini artırmak için o dersle ilgili kitaplar okumalarını teşvik ederek dersi daha keyifli hale getirmeye çalışıyorum.

2022 yılında yürütmüş olduğum"Astronomi" dersi için öğrencilerime çok beğendiğim ve en az üç defa kendim de okuduğum Simon Sing'in yazmış olduğu "Big-Bang Romanı" isimli kitabı tavsiye ettim.

Onlara, kitabı okuduktan sonra kitapla ilgili yorumlarını yazarak tarafıma vermelerini istedim.

Bütün öğrenciler olağanüstü güzel yorumlar yaparken bir tanesi bu yorumları bana mektup olarak yazmayı tercih etmişti.

Çok etkilendim. Çok mutlu oldum.

Bu nedenle mektubu sizlerle de paylaşma ihtiyacı duydum.

Çok güzel bir bilim tarihi olmuş.

İyi okumalar diliyorum.

Saygı ve sevgilerimle

Prof.Dr. Hüseyin KALKAN

***************************************************************************

  Sevgili Hüseyin hocam,

 Big Bang'in Romanı kitabını severek okudum.

Şu ana kadar en etkilendiğim kitap olduğunu, ben bu kitabı neden daha önce keşfetmemişim dediğimi fizik okumuş bir insan olduğumdan utanarak itiraf etmek istiyorum.

Uzun zamandır mektup yazmamış olmanın verdiği heyecanla yazıyorum bu satırları size.

Oysa insana ne kadar iyi geliyormuş düşündüklerini yazarak itiraf etmek.

Kitapla ilgili düşüncelerimi size neden mektup şeklinde yazmak istediğime gelince;

Kitabın içindeki bilim insanlarının birbirlerine düşüncelerini mektuplarla ifade etmelerinden çok etkilendiğimden, bir de hem bir nostaljiyi canlandırmak, hem de sıcak ve samimi bir bilgi paylaşımı yapmak istediğimdendir.

Siz ucu yanmış bir mektup okumayalı kaç yıl oldu acaba..

Gerçi o dönemki bilim insanlarının mektuplaşmaktan başka çareleri yoktu ancak kitabın kurgusuna da bir atıf niteliğinde olması açısından bir fizik hocası ve öğrencisinin sohbeti gibi de değerlendirebilirsiniz.

Size mektubumu iki bölüm şeklinde ulaştıracağım çünkü heyecanım bir bölüme sığmayacak kadar büyük.

O kadar heyecanlanıyorum ki bilim tarihini bu kadar akıcı bir kurguyla okumak harika. 

Zaten fiziğe ve doğa olaylarına her zaman ilgi duymuş olmam, "Dünyaya yeniden gelsem yine fizik okurdum" diye düşünmem, her yeni bir şey öğrendiğimde yaratıcının muhteşemliğine kat kat artan hayranlığım kitapla buluşunca; kendimi bayramda en sevdiği şeker verilmiş çocuk gibi mutlu hissetmeme sebep oldu.

Kitapta etkilendiğim bölümleri sıralayarak yazmak yerine akışı bozmamak adına kısa bir özet şeklinde yazmak istiyorum.

Okurken beni etkileyen yerlerin altını çizersem bitirdiğimde dönüp bakması kolay olur diye düşünmüştüm, ancak bir baktım ki neredeyse tüm satırları çizmişim.

Her satır ve sayfanın beni derinden etkilendiğini bilmenizi isterim.

Bu nedenle bilimin şu an gelmesine katkı sunmuş bunca insanı anmadan yapamayacağım.

                                               1.BÖLÜM

                         BİLİM  TARİHİNİN  BİLİNEN  İLKLERİ

AhEratosthen nasıl oldu da taa M.Ö 200'lü yıllarda Dünyanın çevresini sadece bir çubuk ve güneş ışınlarıyla ölçebildin?

İskenderiye'de bir kütüphanede çalışan bir insanın okuduğu bir bilgiden yola çıkıp bu heyecanını bir destana dönüştürmesiyle hikaye başlıyor aslında.

Bu hikayenin öncesinde M.Ö 6. Yüzyıllara kadar insanoğlunun mitlere olan inancı tüm yeryüzü ve gökyüzü olaylarını şekillendirirken,"Her şey rakamdır!" diyenPisagor'un ortaya çıkması ve matematiği temellendirmesi, bilimsel teorileri formüle etmesiydi belki deEratosthen'e güç veren.

Bugünkü Mısır'ın güney bölgesinde yer alan Asvan yakınlarındaki Syene kasabasında bir kuyunun meşhur olmasına sebep olan şey,Eratosthen'in 21 Haziranda bu kuyuya Güneş ışınlarının tam dik düşüyor ve kuyunun içini tam aydınlatıyor olduğunu, İskenderiye Kütüphanesinin dehlizlerindeki papirüsler üzerinde yazan bir nottan keşfetmesiydi.

İşte böyle başlayan ve Dünyanın çevresini ölçmeye kadar işi götüren bir gerçekliğe ulaşması harika bir şey değil mi?   

İnsanın aklı almıyor gerçekten.

Sonrasında Ay ve Güneşin boyutları, Dünyaya olan uzaklıkları ve daha birçok bilgiye ulaşan insanoğlu Astronomiyle bilimsel olarak tanışmaya başladı.

Babil ve Mısırlıların hakkını yememek adına bir iki şey söyleyelim; 

Buldukları şeylere bilim diyemesek de, güzelliklerine düşkünlüklerinden ürettikleri kozmetik ürünlerini bir terazide tartma zorunluluğu onlara birçok icadın mucidi olma başarısını vermişti.

AnaxagorasM.Ö 5. Yüzyılda, ay ışığının aslında güneş ışınlarının yansıması olduğu söylediğinde büyük bir cesaret örneği sergilemiş, hatta biraz daha ileri gidip

"Bunlar tanrı değil, sadece gökteki kayalardır".

deyip bir skandala yol açmıştır.

Anaxagoras'tan güç alan kişi ise M.Ö 3. Yüzyılda yaşayanAristarkus idi.Aristarkus, Dünya-Ay ve Dünya-Güneş arasındaki oranı hesaplamayı başarmıştı.

İşteEratosthen'e ilham olanAnaxagoras'ın hipotezi veAristarkus'un argümanıydı.

Bu sayede Güneş'in boyutlarını ve bizden ne kadar uzakta olduğunu bulmak işi deEratosthen'e bırakılmıştı.

Daha bitmedi, her şey yeni başlıyor sayılır.

Bilimin fitili ateşlenmişti artık.

 M.Ö 5. Yüzyılda ilk kezPisagor okulunun bir öğrencisi olanPhilalos,

"Dünya, Güneşin etrafında dönüyor."

diye bir cümle kurmaya cesaret etmişti.

Aristarkus, 2 yüzyıl sonra bu cümleden yola çıkarak Güneş merkezli evren modelini çizdi ve

"Dünya, Güneşin etrafında 24 saatte dönüyor." dedi.

Bundan önce sağduyuyla hareket eden Yunanlı astronomlarDünya merkezli evren modelini savunuyorlardı.

Böylece artık birbirine rakip iki model vardı.

Bilimsel savaş tarihinin ilk kıvılcımları çakmaya başlamıştı ki bu kıvılcım 20. Yüzyıllara kadar sürecek olanBig Bang veSabit Evren teorilerinin çarpışmasında daha da ateşlenecekti.

Dünya merkezli evren modelinde Mars, Satürn ve Jüpiterin hareketleri bir bilmece gibiydi.

Batlamyus, yanlış bir model üzerinde olsa da kendinden önce kimse gezegenlerin hareketlerini onun gibi açıklayamamıştır.

Bu nedenleBatlamyus'un"Büyük Koleksiyon" kitabı, M.S uzun yıllar boyunca Astronomi kitabı olarak okutulmaya devam edecektir.

Aristarkus'unGüneş Merkezli Evrenmodelini tekrar keşfedecek bir insanın gelmesi için dünyanın 16. Yüzyıla kadar beklemesi gerekiyordu.

Bu adamMikolaj Kopernik olacaktı.

Kopernik (1473) evren tasavvurunu 7 kuralla anlattığı, buçuk denilen ve ilk eseri olan"Ufak yorumlar"

adlı kitabını yazdı.

Bu kitap aslında astronomik bir isyanın manifestosuydu.

Kopernik'e göre evrenin merkezi Güneşin yakınlarında bir yerlerde olmalıydı.

Bu kitap ilgi görmeyinceKopernik, son 30 yılını verdiği"Gök kürelerin dolanımı"(De Revolutionibus) isimli kitabına yoğunlaştı.

Bu eseri, teologların onu din karşıtı olarak görmelerine sebep olacaktı.

Ama yine de zavallıBuruno kadar şanssız değildi.

Kopernikten sonra gelenBuruno'yu"Evren ve Dünyalar" adlı eseri yüzünden sapkınlıkla suçlayıp, 17 Şubat 1600 tarihinde Roma'daki çiçek meydanında çırılçıplak soyarak yaktılar.

Kopernik de aslında bu insanlardan korkmuyor değildi.

Sevgili hocam düşünebiliyor musunuz sadece Gökyüzüne biraz fazla meraklısınız, bir şeyler düşünebiliyorsunuz ve bunları dile getirebiliyorsunuz diye diri diri yakılıyorsunuz.

Aslında düşünüyorum da çok yakın tarihimize kadar düşüncesinden dolayı birçok insan benzer kaderi yaşadı.

Oysa sevgili hocam, Tanrı insanı düşünebilsin ve hakikate ulaşabilsin diye yaratmış değil miydi, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Kopernik'in kitabı, basılması için vekâletini verdiği rahip arkadaşının kitabın önsözünü değiştirmesi ve kitapla çelişen bir önsöz yazmasıyla bir hayal kırıklığına dönüştü.

Aslında arkadaşının bütün amacı kitap yüzündenKopernik'in asılmaması için onu korumak istemesiydi.

Sonuç olarak kitap basıldıktan bir süre sonra ne halk ne de kilise ciddiye almadığından yok olup gitti.

BöyleceGüneş Merkezli Evren modeli deAristarkus'tan sonra ikinci kez darbe yiyordu ve umursanmıyordu.

1566 yılında AstronomTycho Brahe, Danimarka kralının onu desteklemesiyle yeni keşiflere devam eder.

Tycho'daBatlamyus ile aynı hatayı yaparak Dünyayı evrenin merkezine koyar.

Ama farklı olarak gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların güneşin etrafında döndüğünü, güneşin de bu kalabalık yörüngesiyle dünyanın çevresinde dolandığını keşfeder.

Tycho, asistanıKepler ile birlikte iyi bir ikili ikenTycho'nun ölümünden sonraKeplerkendi yolunda yürümeye devam eder ve daha 25 yaşında kendine duyduğu müthiş özgüveni ona

"Tanrım, senin düşüncelerini düşünüyorum"

diye çıkıp bağırmasına sebep olur.

VeKopernik'in kitabındaki 3 hatayı dile getirdiği kitabını yazar.

Artık 1600'lü yıllara gelinmişti.

İnsanlık çıplak gözle yıldızlara bakmaktan usandı.

Bu işi kolaylaştıracak bir yol olmalı diye düşünen ilk kişiHans Lipershey idi.

Teleskop denilen ve astronomi bilimi için çığır açacak bir icada mucitlik yapmayı başardı.

Yolu açanLipershey,Galileo'ya ışık tuttu.

Galileo, 1609'da 60 kat daha büyütebilen teleskobunu insanlara tanıttı nihayet.

İşte sahnede meşhurGalile Galileo

O önce Ay'ı inceledi, Jüpiter'in uyduları olduğu buldu.

Her şeyin Dünyanın etrafında dönmediğini buldu.

1610'da Venüs'ün safhalarını  titizlikle ölçerekKopernik'in haklı olduğunu,Güneş Merkezli Evrenmodelini savundu ancak az kalsınBuruno'nun başına gelenler,Galile'nin de başına gelecekti ki kıl payı kurtuldu desek abartmış olmayız.

Engizisyon,Güneş merkezli Evren modelini kabul etmenin sapkınlık ve küfür olduğunu söyleyipKopernik'in eserlerini yasakladı ve gözleriniGalileo'ya çevirdi.

Galileo uzun süren bir yargılanma yaşayacaktı. 

OysaGalileo'ya göre İncil, insanlığa cennete nasıl girileceğini anlatmak için yazılmıştı, cennetin nasıl döndüğünü anlatmak için değildi.

Bu düşüncesiGalileo'yu mahkemede hesap vermek zorunda bıraktı.

Neyse ki mahkemeBruno'ya göre insaflı davranıpGalileo'yu ev hapsine mahkum etmiş ve bu durum tarihe koca bir kara leke olarak geçmişti.

Bilimin gelişmesi için dirençli ve muhafazakar kafaların ölmesinin gerekmesi size de garip gelmiyor mu sayın hocam?

Kabul etmesi mantığa ters düşse de bu ne yazık ki böyle.

Çürümüş beyinler ortadan kalkmadan masum insanların yeni fikirleri kabul etmesi gerçekleşememiş ne yazık ki.

Tarih boyunca ölüm bir nevi temizlik olarak görülmüş enteresan bir şekilde.

  1. Yüzyıla gelindiğinde, yenilikçi düşünce başlamıştı ancak bir soru vardı ki kimse soramıyordu;

"Evrenin nasıl yaratıldığı idi"

Bu cevapsız soru. 20. Yüzyılda artık kozmologlar geçmiştekilerden biraz cesaret kazanmaya başlamışlardı.

Hala evrenle ilgili deli sorular cevaplanmayı bekliyordu.

Ancak çok basit gibi görünen bir soru cevaplanmadan ilerleyemiyorlardı.

O da ışığın hızıydı.

Çözülmeyi bekleyen koca bir soru olarak orada öylece duruyordu.

1672'de ilk kez. Jüpiter uydusu İO'yu gözleyerek ışık hızı ölçüldü ve saniyede 190.000 km bulundu.

Bu değer hatalı olsa da en azından sonlu ve saçma sapan bir değer olmaması sevindiriciydi ve tartışmayı sonlandırmıştı.

Ardından ilk Amerikalı Nobel ödüllü fizikçiAlbert Michelson 25 yaşında ışık hızını saniyede 299.910km olarak güncelledi.

Bu muhteşem bir tespitti.

Bu sıradaMichelson'ın başarılarından habersiz ve teorik akıl yürütme yöntemleriyle her şeyi altüst edecek olanAlbert Einstein , bilim dünyasına bir bomba gibi düşmek üzereydi .

Sayın hocam insan nasıl olur da Einstein gibi bir beyine sahip olabilir ki?

 Bu insanın ortaya koyduğu fikirleri düşündüğümüzde, ya insanüstü bir beyne sahip seçilmiş bir insan, ya da bu dünyaya ait olmadığını düşünsek hiç de garip kaçmazdı sanırım.

Mektubumun 1. Bölümünde anlatacaklarımı burada sonlandırmak istiyorum.

Ben çok zevk aldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.

Böyle bir ödev dönütünün size biraz garip geldiğini biliyorum ama insanın bazen monotonluktan  yada olması gerektiği gibi davranışlardan çıkıp içinden geldiği gibi davranmasında bir sakınca olmaması gerektiğini düşünüyorum.

2.bölüm deEinstein ve sonrasını konuşmak üzere sevgili Hüseyin hocam kendinize iyi bakın. Sevgiler ve selamlar.

                                         2.   BÖLÜM

                                   EİNSTEİN VE SONRASI

 Sevgili Hüseyin hocam ,

Mektubumun 2.kısmı beni daha çok heyecanlandırıyor çünkü bu kısımda zekasına hayran olduğum fikirlerini okumaktan çok keyif aldığımEinstein veNewton gibi bilim  dünyasının 2 büyük idolünden ve sonrasında yaratılış anını anlamamız için katkıda bulunmuş onca bilim insanından teker teker  bahsedeceğim.

1666 yılına ve sonrasına damgasını vurmuş en ünlü isim kim diye sorsanız  tabikiIssac Newton derdim.

Kötü bir çocukluk geçirenNewton soğuk ve hayata küskün bir insan olmasına rağmen bilime duyduğu büyük merak onu hep düşünmeye şevketti.

İsminin tarihe kazınmasının sebebi olanKütle Çekim Kuvveti yasası hala dünya üzerindeki problemleri çözmede kullanıldığındanNewton şöhretinden bir şey kaybetmiş değildir.

Newton'unKütle Çekim Kuvveti yasası evrendeki tüm maddelerin diğer maddeleri çektiğini söyler.

Kütleler birbirlerini aralarındaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olacak şekilde çekmektedir.

AncakNewton'un Kütle Çekim Kuvveti yasasındaNewton'un hayal ettiğinden fazlası olmalıydı diye ilk düşünen  kişiAlbert Einstein idi.

İzafiyet prensibini ilk keşfedenGalileydi ama bu kavramı açıklayan ve işler hale getirenEinsteindı.

Einstein ışık  sabit ve saniyede 300.000 km hızla hareket ediyor dedikten sonra işi daha kolaydı.

Einsteinin düşünceleri o kadar derindi ki okulu bile onun yalnız kalıp düşünmesine engel oluyordu.

Hatta bir keresinde öğrenmemi engelleyen tek şey eğitimimdir bile demiştir.

Derslerini çok az dinliyor ve öğretmenleriyle bu yüzden hep ters düşüyordu.

Mezun olduktan sonra geçimini sağlamak üzere İsviçre Bern de bir patent ofisinde katiplik yapmaya başlamıştı.

Artık düşünmek için yeterince zamanı olduğu içinEinstein mutluydu.

Einstein henüz 26 yaşında özel izafiyet teorisini oluştudu.

O zamana  kadar bilinen sabit zaman artıkEinstein'e  göre esnekti.

Einstein sankiNewtona rakip olarak gelmiş gibiydi.

Newton'un sabit zaman kuramıEinsteine göre çuvallamıştı.

Özel izafiyet teorisinde sadece zaman değil mekan anlayışını da yerle bir ediliyordu.

Artık zaman ve mekan esnek ve kişiseldi.

Yani her şey her an değişebilirdi.

Ancak nesnenin sabit hızla ilerlediği durumlarda geçerli olan özel izafiyet teorisi yavaşlayan ve hızlanan durumları açıklamakta yetersiz olunca Einstein çok yakında teorisini geliştirip bu durumlara da açıklık getiren genel izafiyet teorisini tanıtacaktı.

Özel izafiyet teorisinde uzay zaman kavramını geliştirenEinstein uzay zamanın gezegen ve yıldızların kütlelerine göre büküldüğünü ve gezegenlerin bu bükülmüş uzay zaman çukurlarında kendi yörüngelerinde dolandığını söylüyordu.

Burada izafiyet teorilerinin kafa yakıcı ayrıntılarına girecek değilim amaNewton'unKütle Çekim Teorisine alışmışken ve bizim dünyamızda her şeyi çözüyorken ne gerek vardı şimdi beynimizi yakmaya diye düşünüyoruz değil mi sayın hocam.

BuEinstein gerçekten anlaşılması zor bir patent katibi olsa gerek.

Şaka şaka böyle düşünmüyoruz tabi ki bilim biz istemesek bile bir şekilde ilerlemeye ve insanoğlunu değiştirip dönüştürmeye devam edecektir.

Einstein inat etti ve 1915 teGenel İzafiyet Teorisini tamamladı. Esnek uzay zaman artık daha büyük ölçekte birçok soruya cevap veriyordu.

Şimdi artıkNewtonun teorisi ileEinstein in teorisi kapışmak üzere ringe çıkmıştı.

Kütleçekimini anlamak, astronomi ve kozmoloji için çok önemliydi.

Einstein'ın teorisi büyük kitlelerin sadece uzay zamanı değil, ışığı da eğdiğini söylüyordu.

Eddington, Güneş tutulması sırasında uzaklardan gelen bir yıldızın ışığını kırdığını gözlemleyince,Einstein gereken kozlarıEddington sayesinde ele geçirmiş oldu.

AncakEinstein'ın formülü evrene uygulandığında elde ettiği sonuçlar hayal kırıklığıydı.

Çünkü uzay zamanı bükecek gezegenlerin zamanla hepsinin bir çukura toplanıp evreni çok derin bir kuyuya dönüştürmeleri evrenin yok olması demekti.

Einstein bunu engellemek için formülüne bir hile ekledi; kendisinin de hile olarak gördüğü bu durumu,"Kozmoloji Sabiti" olarak isimlendirdi.

Ve sabit ve sonsuz bir evren anlayışı öne sürdü.

Rus matematikçi olanAlexander Friedmann bu sabitten rahatsız olur ve genişleyen, dinamik ve değişen evren modelini ileri sürer.

Şimdi acaba hangi model gerçeğe daha yakındır?

AncakFriedmann'ın erken ölümü, onun fazla tanınmamasına sebep olur.

Yine bu dönemde ortaya çıkan Georges Lemaitre, Friedmann'ın genişleyen evren modelini yeniden canlandırır.

Lemaitre, "Evren genişliyorsa, dün ve daha öncesi daha da küçük bir evren olmalı. Hatta daha da geriye gidersek evren küçücük bir atoma sıkışmış bile olabilir."

diye düşünerekBig Bang modelinin ilk halini ortaya koymuş oldu.

Lemaitre, bugünBig Bang dediğimiz evren modelinin detaylı açıklamasını yapan ilk bilim adamıydı.

Bu bilim tarihi için çok çok önemli bir gelişmeydi.

Bunların hepsini kozmik ışınlar ve radyoaktivite gibi olaylarla birleştirdi.

Lemaitre, 1927'de bir konferansta ilk kezEinstein ile karşılaşır ve düşüncesiniEinstein ile paylaşır ancakEinstein,Lemaitre'yi küçümser fakat kendisi de sonrasında bu davranışından dolayı pişman olur.

Kendisinin de daha önceden kınadığı diktatörler gibi davrandığını itiraf eder.

Kozmolojide artıkEinstein, Friedmann, Lemaitre gibi teorisyenler evrenin farklı modellerini oluşturmuştur ancak bu modellerin gerçekliğini denemek çok sorunlu bir iştir.

Daha önceki yıllarda 1897'de 20 m uzunluğunda ve 6 ton ağırlığındaki bir teleskop ile yıldız ve nebulalar daha iyi gözlenebilmişti.

Teleskopların gelişmesi yeni sorular gündeme getiriyordu;

"Acaba bu nebulalar samanyolunun içinde mi yoksa kendi başlarına bir galaksi olabilirler mi?" gibi.

Sonunda büyük tartışma başladı.

İlk önceShapley, nebulaların samanyolu içinde olduğunu savundu.

Heber Curtis ise nebulaların samanyolu galaksisinin dışında bağımsız galaksiler olduğunu iddia ediyordu.

Bu büyük tartışma ta ki 1900'lü yılların başına, çağının en büyük gözlemsel astronomu olanEdwin Hubble ortaya çıkana kadar devam etti.

Hubble, Sefe yıldızı sayesinde Andromeda Nebulasının Dünyadan 900.000 ışık yılı uzaklıkta olduğunu bulunca büyük tartışma da son bulmuş oldu.

Tek bir fotoğraf plakasında yakaladığı bir gözlemleHubble, evren tasavvurumuzu değiştirmiş ve evrendeki yerimizi yeniden sorgulamamıza neden olmuştu.

Hubble bu kadarla da kalmayıp,Dopler'in tekniğini kullanarak galaksilerin farklı hızlarla bizden uzaklaştığını keşfetti.

Galaksiler bizden uzaklıklarına göre uzaklaşıyorlardı.

Daha uzaktakiler daha hızlı olacak şekilde ilerliyorlardı.

Hubble hiç farkında olmadan aslındaFriedmann veLemaitre'nin teorilerini destekleyecek en önemli kanıtları bulmuştu.

Genişleyen bir evreni başa sararsak tek bir noktaya döneriz.

Bilimsel olarak bir yaratılış anının ilk kanıtı ortaya çıkmıştı.

Yaratılış anından sonra zamanı ileri alırsak sürekli genişleyen ve değişen bir evrenle karşılaşırız.

ArtıkBig Bang modeli bir teoriden fazlasıydı.

İnsan kendini"Hubble sen neymişsin be, müthiş!" demekten alıkoyamıyor.

Artık bu saatten sonraEinstein de bazı şeyleri değiştirmek zorundaydı çünkü onun sabit ve statik evren modelinin güncellenmesi gerekiyordu.

Bu yüzden 1931'deEinstein kendi statik evren teorisini reddedip, genişleyen bir evren olduğunu söyleyerekBig Bang modelini kabul etti.

YaniHubble'ın gözlemini ikna edici buldu.

Lemaitre veFriedmann'ın başından beri haklı olduğunu da itiraf etti.

Bu sırada makro dünyada bunlar olurken, mikro dünyada da müthiş gelişmeler oluyordu.

Thomson veRutherford atoma yoğunlaşmış, atomun yapısını çözmeye çalışıyorlardı.

Rutherford,Thomson'ın atom pudingi  modelini alaşağı ederek, atomun gezegen modelini keşfetti.

Bu modelde tüm pozitif yük proton denen parçaların içindeydi ve elektron denen negatif parçalar ise çekirdeğin etrafında yörüngedeydi ve atomun içinde çekirdeğin pozitif yükleri çekmesiyle kalıyordu.

Nötronların varlığını ise Rutherford'un öğrencilerinden, James Chadwick buldu.

Füzyon ve Fisyon tepkimelerinin anlaşılmasından sonra, yineEinstein burada da devreye girdi, çünkü Füzyon ve Fisyon tepkimelerinde açığa çıkan enerjinin sebebi yineE=m.c2 formülünde gizliydi.

Bu formülle Einstein, kütle ve enerjinin aslında aynı şey olduğunu ortaya koymuştu.

Nükleer tepkimelerde ortaya çıkan enerji, çok küçük kütlelerin enerjiye dönüştürülmesiyle ortaya çıkardı.

1934'te ve sonrasındaGamow, zamanınıBig Bang teorisini savunarak geçirmişti.

Gamow,  Big Bang'den sonra maddenin nasıl oluştuğunu, proton, nötron ve elektronların nasıl oluştuğunu anlamaya çalıştı.

Gamow'un nihai hedefi bu atomların birleşerek yıldızları ve galaksileri oluşturduğunu göstermekti.

YaniBig Bang modeliyle günümüzdeki yerimize nasıl geldiğimizi açıklamak istiyordu.

Gamow, öğrencisiAlpher ile birlikte çok çalışıyordu.

Alpher çalışmalarında her 10 Hidrojen atomu için 1 Helyum atomunun ortaya çıktığını hesapladı.

Bu durumBig Bang için çok önemli bir gelişmeydi.

Alpher tezini 1948'de savunurken, ilk Hidrojen ve Helyum atom çekirdeği sentezinin sadece 300 saniyede oluştuğunu, Dünyanın ilk 5 dakikada yaratıldığını savunuyordu.

Bu teoriye göre bilinen tüm elementler sadece bir saat içinde yaratılmışlardı ve o günden beri yıldızların ve gezegenlerin içindeydiler.

Big Bang'i savunanlar artık iki gözlemsel kanıt gösterebiliyorlardı;

  • Evrenin genişliyor olması
  • Hidrojen ve Helyum'un bolluğu

Bu gözlemlerBig Bang ile tamamen uyumluydu.

Alpher bu aradRobert Herman isimli başka bir meslektaşıyla çalışmaya başladı ve

"Big Bang sırasında ortaya çıkan ışık hala bir fosil olarak evrende olmalıydı"

diye düşündüler.

Bu ışık onlara göreBig Bang'in bize mirasıydı.

CMB(Kozmik Mikro Dalga Işınımı) radyasyonu denilen bu ışımayı ölçebilecek kişiyi ölümsüzlük bekliyordu.

Ancak ne yazık kiGamow, Alpher ve Herman üçlüsünün birlikte çalışmayı durdurmaları sonucu projeleri de burada sonlandı.

CMB radyasyonunu kimse bulmak istemiyordu.

1939'da doktorasını yeni alanEddington'la da birlikte çalışmış olanFred Hoyle, Sabit Evren modelini ortaya koydu.

Artık kozmologlar için iki seçenek vardı;

  • Big Bang teorisi
  • Sürekli yeni atom üretimi yapan, ebedi bir geçmişi olan sabit evren modeli

Bu iki model ile birlikte oluşan nihai kozmolojik soru şuydu; "Evren yaratıldı mı yoksa sonsuz muydu?"

Bu tartışma halkın arasına da yayıldı ve işin içine Papa bile karıştı.

Papa,Big Bang modelini desteklediğini söyleyince bilim adamları bu durumu pek hoş karşılamadı veBig Bang cazibesini yitirmeye başladı çünküBig Bang'in Hristiyanlığını haklı çıkarmak için uydurulmuş olabileceğini söyleyenler bile oldu.

1964'e gelindiğinde Penzias ve Wilson, CMB Radyasonunu bulacaklardı.

Her ne kadar CMB'nin varlığı 1948'deGamow, Alpher ve Herman tarafından tahmin edilmiş olsa da, bilim dünyası neredeyse bu tahmini unutmuştu.

Bu nedenleGamow, Alpher ve Herman CMB Radyasyonunun bulunduğunu duyduklarında buruk bir şekilde sevindiler.

21 Mayıs 1965'te New York Times manşetinde

"SİNYALLER BIG BANG EVRENİNİ GÖSTERİYOR!"

yazmıştı.

Herkes bu keşiften çok etkilenmişti.

Penzias ve Wilson da keşiflerinden dolayı, 1978'de Nobel Fizik Ödülü aldılar.

Artık bilim insanlarının CMB radyasyonundaki derin araştırmaları daha başka şeyleri de bulmalarına neden olacaktı.

14 Kasım 1977'de bu durum New York Times'a manşet oldu:

"GALAKSİNİN EVRENDEKİ HIZI SAATTE 1 MİLYON MİLDEN DAHA FAZLA".

CMB radyasyonundaki farklılıkları daha iyi ölçebilmek için 1989'da COBE ekibi, yörüngeye bir uydu gönderdi.

CMB Radyasyonundaki farklı yönlerden gelen ışımaları kıyaslayabilmek üzere uyduya bir DMR detektörü yerleştirmişlerdi.

COBE uydusu uzayı inceledikçe, CMB radyasyonunun her yönden geldiğini algıladı.

CMB uydusu 1990-1991 boyunca sürekli veri toplamaya devam etti.

Ve sonunda bulduğu sonuçlara göreBig Bang gerçekten de galaksilerin nasıl ortaya çıktığını açıklayabiliyordu.

COBE bilim adamlarındanSmoot, gazetecilere;

"Evrenin ilk zamanlarında var olan en yaşlı ve en büyük yapıları gözlemledik. Eğer dindar bir insansanız bu tanrının yüzünü görmek gibi bir şey". diyordu.

SonundaBig Bang'i kanıtlama çabası sona ermişti ve birçok fizikçi, astronom ve kozmolog,Einstein, Friedmann, Lemaitre, Hubble, Gamow, Alpher, Baade, Penzias, Wilson ve tüm COBE ekibi ve daha birçoğu yaratılışın en büyük sorusunu doğru bir şekilde cevaplamayı başarmıştı.

Evrenin dinamik, genişleyen, evrim geçiren bir yapı olduğunu ve günümüzde gördüğümüz her şeyin 13 milyar yıldan önce sıcak ve yoğun birBig Bang'den ortaya çıktığını kanıtlamıştır.

 İşte böyle sevgili hocam.

Etkileyici bir yaratıcı destanını bu şekilde özetlemiş olduk.

Mektubum sizi ne kadar etkiledi bilmiyorum ama ben şimdiye kadar böyle bir heyecanla hiçbir şeyi kaleme almamıştım.

İnsanoğlunun öğrenme çabası ve merakı takdire şayan doğrusu.

Onca badireler atlatan yaratılış macerası sonunda hak ettiği yeri bulsa da hala çözülmesi gereken onca soru var.

Şimdi ise insanlık

"Peki Big Bang'den önce ne vardı?"

sorusunun peşinde mesai harcamaya devam edecek.

Biz görür müyüz bilmiyorum ama belki insanlık bir gün bu soruya da mantıklı bir izah getirir.

Ne dersiniz?  

E. ERTAŞ 

Hayat boyu öğrenci kalacak                                                                                                                                                             

Derğerli öğrencimizin"Ne dersiniz?" sorusuna, yine bu gazete sütunlarında"Evrenin Gizemli Dünyasına Yolculuk" yazı dizimizde cevap vermeye çalışıyorum.

Saygı ve Sevgilerimle.

Prof.Dr. Hüseyin KALKAN