Şehir yahut kent… Bunu illâ da idari bir birim olarak alıp, il gibi düşünmemek lazım. Şehir, teknik olarak bir kasabaya da tekabül edebilir, bir ilçeye, bir il merkezine de. Tarihi süreç içinde insanların gelişimi şehirleşmeyle doğru orantılı olmuş. Bu anlamda şehir hem tarihi, hem coğrafi hem de sosyolojik bir vakadır.
Ayfer Tunç, Memleket Hikâyeleri adlı kitabında şöyle der: “Hatıralarımızı şehirlerimizden ayıramayız. Çünkü şehrimizin tarihi ile kendi kişisel tarihimizin kesiştiği yerlerde özgeçmişimize ait büyük parçalar oluşur.”
Yani, çok doğru bir tespitte bulunur. Çünkü şehir sadece somut bir şey değildir, hatıralar ve hayalleri de barındıran soyut bir kavramdır da… Tunç sonrasında şöyle devam eder:
“Bence şehir bütün bunların ötesinde aşktır. Bazı insanlar şehirlerine iflah olmaz bir âşık gibi bağlıdırlar.”
İşte bu sarsıcı cümleyi okuyan pek çok insan, “beni anlatmış” diyebilir. Bu sadece Samsunlular için değil, memleketini seven, orada mazisi olan, orayı kimliğinin en üstlerine koyan herkes için geçerlidir.
Şehrini sevmenin ispatı sayılabilecek pek çok örnek vardır. Plaka koduna bağlılık, şehrinin futbol takımını tutmak ilk anda akla gelenler. Çok daha uç ve acı örnekler de var aslında.
Mesela Sarajevo… Ya da bizdeki adıyla Saraybosna. 1992-95 yılları arasında çok uzun ve hüzünlü bir kuşatma yaşamış bir şehirdi. Çetnik Sırplar tarafından kuşatılan şehir, yıllarca açlık ve yokluk içinde direndi. Üstelik orası Avrupa’nın ortasında bir başkentti. Ancak Saraybosna Kuşatması beraberinde pek çok öykü de getirdi. Onların bir bölüme şehirlerine bağlılık üzerineydi. Çünkü Saraybosna sadece Boşnakların yaşadığı bir şehir değildi; halen de değil. Orada Sırp ve Hırvatlar da vardı. Ve işte o Sırpların bir kısmı, şehirlerine olan bağlılıkları, Sarajevolu olmalarından dolayı, Sırp kuşatmasına karşın şehirlerini terk etmeyip, Sarajevo halkıyla birlikte direndiler. Yani Sırp kimliklerini değil, Sarajevolu kimliklerini önde tuttular…
Bu, uç bir örnek olmakla beraber, hemşerilik kavramını anlatması bakımından esaslı bir örnektir de…
Aynı sokaklarda yürümüş olmanın, aynı fırından ekmek almanın, aynı parkta oturmanın, aynı sahilde denize girmenin, aynı restoranda yemek yemenin, aynı berbere gitmenin, aynı olayları aynı şehirde yaşamanın ve ortak tanıdıkların olmasının insanlara sağladığı bir güven hissi olduğu kesin. Buna gurbette, hemşerilik de deniliyor.
Tanpınar’ın dizeleriyle devam edersek,
“Bir şehri sevmek orada kendini bulmaktır, bir şehri sevmek aşka sebep aramaktır.”
Samsun, ülkenin istisnai şehirlerinden birisi. Allah vergisi güzelliği, imkânlarına rağmen, özellikle yönetenlerinin ihanetine uğramış. Buna rağmen, her şeye rağmen bölgenin lokomotifi ve yıldızı olarak kalmaya devam etmiş bir şehir. Tarihi olmayan değil, tarihi yok edilen… Dışarıdan evladı olmayan, olamayanları alırken, kendi evlatlarını ekmek parası uğruna gurbete yolcu etmiş, eden bir şehir…
Samsun’da yaşayanlar ne kadar farkındadır, bilinmez ama gurbetteki Samsunlular için orası sadece memleket değil, çocukluk, gençlik, en güzel hatıralar, hep özlenen bir sevgilidir. Ölünce gömülecek topraktır, adı duyulduğunda kalbi titretendir.
Bu nedenle gurbetteki bir Samsunlu için; Samsun’a gençlik yıllarında gelmiş, asla Samsunlu olmamış, Samsun’u gönülden sevmemiş, nimetlerinden istifade etmiş ama ona aşık olmamış birilerinin şehrin kaderinde söz sahibi olması, tek kelimeyle faciadır!