Mehmet Yılmaz

Atom Var; Atom, Atom!

Mehmet Yılmaz

Bir atom yazısı yazmak için illa da ramazan ayını beklemeye gerek yok. Pekâlâ, içinde Samsun geçen her yazının, kıyısında köşesinde bir atom olabilir. 


Biz Samsunlular özgün insanlarız, kafamız çalışır eyvallah ama henüz aramızdan bir Einstein çıkaramadık tabii. Gerçi Einstein’ın atomun en küçük parçasını bulmuş olması pek bir şey ifade etmez zira biz atomun küçüğünü falan değil bizatihi kendisini bulmuş insanlarız! 


Samsun dışında yaşayan bir Samsunlunun o süreçte, oradaki insanlara ne yapsa da atomu anlatamadığını görürsünüz. “Nasıl bir şey?” dediklerinde, tarif edersiniz ama bir yerlerde tıkanır kalır. 


Nedir atom? Yumurtadan yapılan basit bir tür tatlı. Yuvarlak ya da elips şeklinde olur. ( Bakınız: Samsun’daki öğrencilerin astronomi bilgileri ne kadar da geniş!) Şayet boya katarsanız çilekli, muzlu diye de yutturabilirsiniz. Esası beyazdır tabii. Üstünde son damlalarının biriktirdiği bir şapkası olur ki, en keyifli kısmı orayı yemesidir.


Beyaz kaygan sayılabilecek bir kağıdın üstüne itina ile yerleştirilir ve oradan da tepsilere dizilerek satışa çıkarılır. Basit imalathanelerde yapılabilir. Ramazana özgü bir tatlıdır ama artık günümüzde “Unlu Gıda Mamülleri” unvanıyla çalışan tüm fırınlarda da görebilirsiniz. 

 

Belli bir kuşağın çocukluğunda atom demek ramazan demekti elbette. 1980’lerde Samsun’da çocukluğunu yaşayıp da Ramazan’da atom yememiş kimse bulamazsınız demek çok mu iddialı olur bilemiyoruz ama atom satmamış çocuk da azdır aslında.


Hatta ekonomik sebeplerle, atom satmak gibi bir ihtiyacı hiç olmayan çocuklar bile, ellerinde yahut kafalarının üstünde bir tepsiyle dolaşıp, atom satmıştır. Zaten satamadıklarını da akşam babaları eve gelince toptan alırdı! Yani, eski Samsun’da atom satmak, iktisadi değil sosyal bir hadiseydi. Bir nevi topluma uyum sağlama, insana karışma denemeleriydi… 


Atom satarken genelde yanınızda bir arkadaşınız daha olurdu. Hatta yine genelde onun da elinde ya da kafasının üstünde bir atom tepsisi olurdu. Tek müşteri geldiğinde “abi benden al, benden al” terbiyesizliğine girişilmez, mümkünse az satış yapan kimse ona yönlendirilirdi. Zaten o eski güzel ağabeyler de hem birden fazla hem de yarısını birinden diğerini ise öbüründen alırdı.  


Atom satışı sırasında yağmur yağarsa –ya da özensiz bir hijyen dürtüsüyle- yedekte naylon bulundurulur ve tepsinin üzeri bu naylonla örtülürdü. Gündüzleri satışa çıkılırdı ama iftar sonrasında, teravih namazı öncesi ve sonrası için cami önlerinde bekleyenler de olurdu. Bir de, kapı kapı dolaşıp, zillere basarak satış yapanlar vardı. Bu son iki grup genellikle ekonomik sebeplerle atom satanlardı, hobi niyetine değil. Zaten gündüz satıcı olan çocuklar, akşam müşteri oluverirlerdi. Atom satarken maniler söylenirdi. “Atomum taze almayan kepaze” gibi mesela… 


Varoş mahallelerin çocukları, atom satarken bir bakıma hayatı da öğrenirlerdi. Bilmedikleri mahallelere gidebilirlerdi mesela. “Oğlum valla parasını veririm” deyip atom alıp, borç takan arkadaşlarını görürlerdi. Sokak başında pis pis bakıp musallat olan yaramaz çocuklar da oluyordu. Tepsilerini düşürüp, atomlarını zayi edebilirlerdi bazen. Bunun sonucunda esaslı bir kavgaya tutuşmak zorunda kalınabilirdi elbette. 


Ya da atom satarken sevdiğiniz kızla pazar yerinde göz göze gelebilirdiniz…

'Hayır… Hayır Nalan. Düşündüğün gibi değil. Benim babam fabrikatör aslında. Seni saraylarda yaşaticim… Pembe panjurlu bir evimiz olacak…' deseniz de kız için bir atomcu parçasısınızdır artık! 


Zalim kız, ne var bunda? Çocuk atom mühendisi olamamışsa da atomla ilgili çalışmalar yapmış işte. Ayıptır be!..