Prof.Dr. Cevdet Yılmaz

YAZ KURAKLIĞI VE KÖYLERİMİZDE SUSUZLUK

Prof.Dr. Cevdet Yılmaz

5 Eylül 2024 Perşembe günü arazideydik. Atakum'dan yola çıkıp Bafra - Asarkale'ye uğrayıp ileride Altınkaya Barajı'nın sağından yukarıya doğru sarp arazilerden geçerek orman yollarını takip edip Bafra'nın birkaç köyünü ziyaret ettik. Güzergâh üzerinde önce Tepebaşı köyüne uğradık, caminin önüne kadar gittik, hiç kimseyle karşılaşmadık. Yiğitalan'ı ve İğdir'i pas geçtik. Başkaya köyünde durduk kışı şehirde, yazı köyde geçiren emekli bir vatandaşımızla sohbet ettik. Yolda birkaç koyun sürüsü ve başlarında çobanlara rastladık. Fazla oyalanmadan Bengü'ye hareket edip Ambaryanı mahallesine vardık. Köy içinde ve cami önünde kimi gördüysek selam verdik, hal hatır sorup ayaküstü sohbetler gerçekleştirdik. Sonra da akşam hava kararmaya başlayınca Bengü'den ayrılıp Komşupınar, Kanlıgüney, Eynegazi ve Kamberli üzerinden anayola inip Bafra'dan Samsun'a döndük.

Bafra ilçesinin güney kesimini oluşturan, bir kısmı orman içi bir kısım orman kenarı olan, ilçe merkezine uzak, deniz seviyesinden yaklaşık 900 m yüksekte yer alan bu köylerde gerçekleştirdiğimiz günübirlik arazi çalışmamızda en fazla göze çarpan husus "susuzluk" idi.

Diyeceksiniz ki susuzluk eskiden de vardı. Yazın çeşmelerin akmadığını, derelerde suların çekildiğini köylerde yaşayıp da bilmeyen mi var? Doğrudur. Lakin bazı yılların kurak geçmesiyle günümüz yaz kuraklıkları arasında fark var. Şöyle ki; küresel ısınmaya bağlı olarak dünya genelinde iklim anomalileri (aykırılıkları) daha sık görülmeye başlandı. Bazı yıllar gerçekleşen, sonraki yıllarda telafi edilen kurak mevsimlerin yerini artık günümüzde sürekli kuraklıklar, sürekli kurak geçen yaz mevsimleri, birkaç aya sıkışan değil, ilkbaharın ortasından kış mevsiminin başlarına kadar uzayan kurak aylar aldı. Yani yaz ayları bitince artık sonbahar yağışları hemen gelmiyor. Çatlayan topraklar hemen suya doymuyor. Mevsimler sarktıkça ekip biçme zamanları eskisiyle örtüşmüyor.

Başka türlü izah edemediğimiz için küresel ısınmaya bağladığımız sebeplerle sıcaklık dereceleri artıyor, eskiden sert kışların yaşandığı bazı yerlerde artık kışın kar düşmüyor. Bu durumda yüzey suları çekiliyor, azalıyor, kuruyor. Yeraltı kaynakları, kuyular susuz kalıyor. Tarımla uğraşanlar çeşitli sondaj teknikleri ile daha derinlerdeki suları çıkarıp kullanmak zorunda kalıyor. Misal; Konya Ovası'nda artık obruk oluşumlarına daha sık rastlanıyor. Çünkü yeraltı su rezervleri tüketildikçe altta oluşan boşluklar göçmelere sebep oluyor. Kurak geçen yaz aylarında azalan suların nemli dönemde yağışlarla telafi edilmesi beklenir. Bu olmadığında denge bozuluyor. Gelir gider bütçesi aynı oranda telafi edilmezse su açığı ortaya çıkıyor. Denge kurulamazsa ortaya çıkan susuzluk orada yaşamı zorlaştırıyor.

Hâsılı kelam sıcaklık artışı ve kuraklığa bağlı olarak ülke genelinde bir susuzluk tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bilim insanı olarak bu önemli probleme parmak basmak, yapılması gereken bir şey varsa yapmak, hep birlikte elimizi taşın altına koymak, bunun için görev verilmesini beklemeden çalışmak, fikir üretmek ve soruna çözüm bulmak zorundayız.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi susuzluk bu gezimizde en çok dikkatimizi çeken husus oldu. Başkaya köyü Bafra ilçe merkezine yaklaşık 40 km mesafede, su yok. (TÜBİTAK Ortaöğretim ve Lise Projelerinde jüri görevimiz sırasında "su hasadı" ile ilgili projeler gelince çocuklara; "aferin, bak ne güzel, duyarlı çocuklar, memleketin derdiyle dertleniyorlar" diye sevindiğimiz çok olmuş, bunlardan bir kısmını da dereceyle onurlandırmışızdır). Oysa köylümüz çoktaaaan su hasadına başlamış (1). Neredeyse su damlayan her bir kiremidin altına bir plastik şişe koymuş. Başkaya köyünden bir vatandaşımızı görüntüledim, mülakat yaptım. Bafra Belediyesi bu 40 km mesafedeki köye birkaç gün önce tankerle su göndermiş. Durumu özetleyen, yani bu yaz kuraklığı ve susuzluk konusunu bundan daha iyi ortaya koyan başka bir bilgi olamazdı. Ayrıca köy eğimli bir arazide. Yukarı mahallede su yok, aşağıda azıcık var. Bu bile köyün aşağısı ile yukarısını birbirine düşman etmeye yetiyor. Konuştuğumuz vatandaşımız köyüne geldiğine sevinememiş, çünkü bir damla su yok. O yüzden "gurbetteki çocukları, torunları çağıramadım, susuzluk yüzünden bu yaz köye gelemediler" dedi. 

Yöredeki kuraklığın boyutunu anlatmak için bir örnek daha verelim; Bengü'ye doğru giderken yolumuz üzerinde koyun sürüleri gördük. Aynı zamanda sürünün de sahibi olan çobanla konuştuk. Koyunlar tertemiz, pırıl pırıldı. "Nasıl yani" dedik, "niçin bu kadar temiz, nerde yıkadınız, nasıl baktınız?" "Yok, hocam o iş öyle değil" dedi çoban. Ya ne? "Yağmur yağmadığı için etraf çamur olmadı, o yüzden koyunlar kirli değil".

Bu arada (daha önce duyup da inanmakta güçlük çektiğim) bir soru aklıma geldi ve hemen çobana o soruyu da sordum: "Duyduğumuza göre koyunyünü artık para etmiyormuş, doğru mu, siz koyunları kırkınca yünlerini ne yapıyorsunuz?" dedim. "Doğru"  dedi sürünün sahibi çoban, "yünün alıcısı yok, biz de yünleri maalesef çöpe atıyoruz" diye cevapladı.  Yazık ki, ne yazık?

Bengü köyüne vardık. (Tabi biz öyle sandık. Bengü 13 mahalleden meydana geliyor, bunların bir kısmı vadi tabanlarında bir kısmı bunların yaylası pozisyonunda daha yüksek kesimlerde yer alıyormuş. Biz Bengü'nün sadece bir yerleşmesine; Ambaryanı Mahallesi'ne gitmiş olduk). Konu yine susuzluk. Mahallenin içinden geçen küçük dere kurumuş. Mahallenin Bafra'ya gidiş yönündeki çıkışında asıl Bengü deresi var fakat onda da çok az su var ve o da çok kirli. Bırakın insanları, hayvanların içmesi bile mümkün değil.  

Köyün içinde gezerken traktörün çektiği bir su tankerine rastladık. Traktörü süren gençle konuştuk. Hemen sağ tarafımızda bahçe içinde bir sondaj kuyusunu gösterdi. 20 m'den su bulmuşlar. (Muhtemelen Bengü Deresi'nin yeraltına sızan sularının birikmesiyle oluşmuş bir rezervdir). Bu kuyudan suyu çekip tankere yükleyecek, hayvanlarını bu su ile sulayacak, sair ihtiyaçlarını bu sularla karşılayacaklar (2). Yani bazı köylerimizde yüzeyde su kalmamış, yeraltı sularını tüketmeye başlamışız.  Kışın yağmur yeterince yağmaz da yeraltı suları beslenemezse gelecek yıl bu köylerimizin hali ne dlacak?

Konu susuzluk olunca dert de çok oluyor. Söyleyecek, dikkat çekilecek çok mevzu var. Hepsini buraya yazmak elbette mümkün değil. Biz birkaçı üzerinde daha duralım: Misal; köyler boşalmış, köylüler şehre göç etmiş, köylerde kışın çok az kişi var. Bütün bunlar bildiğimiz hususlar. Bilmediğimiz, ya da tahmin etmekte zorlandığımız husus şu: İnsanlar yazın köylerine geliyor. Haliyle (tarlaları ekip biçmek bir yana) evlerinin çevresindeki küçük bahçelerde günlük sebzelerini yetiştirmek istiyorlar. Lâkin sulama yapmadan bu mümkün değil. İşte yaz kuraklığı sadece köylerde insanların ve hayvanların içme suyunu değil, küçük bahçe yapmayı da engelliyor. Uzun vadeli köyde kalmadıkları için buğday ve mısır türü ekmeklik tahıl hasadı zaten söz konusu değil. O yüzden köyün ekmeği şehir ve kasabalardan gidiyor. Fakat insanlar en azından bir iki ay gibi kısa sürede yetişen sebze tarımı yapacak, bunları ekip biçerek bir yandan oyalanacak, diğer yandan yaz boyunca sebzeye para vermeyerek hem üretime katkıda bulunacak, hem giderlerini azaltarak tasarruf edecek. Fakat su olmayınca küçük çaplı tarımsal faaliyet de yapılamıyor. Yapılsa bile kullanılan su köyün yeme içme ve temizlik suyu olduğu için köylü görünüşte toptan bahçe sulamaya karşı çıkıyor, fakat gizliden bahçesini sulamaya kalkıyor. Tabi ki depoda su kalmayınca da kıyamet kopuyor. Bu tür duyarsız vatandaşlar köy içinde tartışma yaratıyor ve bu durum yazın olsun bir araya gelmiş olan köylü komşuyu birbirine düşman edip köyü daha da yaşanmaz hale getiriyor.

Bu durum dolaylı yoldan başka sonuçlar da doğuruyor. Misal; yaz döneminde milyonlarca kişi köylerine gidiyor. Bunlar köylerde küçük çaplı üretimler gerçekleştiriyor. Meyveleri pişirip pekmez, sebzeleri haşlayıp konserveler yapıyor. Bu faaliyet hem yazın gıda masraflarını azaltarak kişiye tasarruf etme imkânı sağlıyor, hem de kışlık erzak depolayarak aile ekonomisine ayrıca katkı yapıyor. Kuraklık bu duruma engel. Çünkü içmeye su bulamazken sulama yaparak sebze yetiştirmek zaten mümkün değil. Sebze yetiştirilemeyince bu kez köye gelen şehirliler ilçe merkezlerinden sadece ekmeklerini değil, sebzeyi de satın almak zorunda kalıyor. Bu durum yazın gıdaya talebi daha da artırıyor. Bu yaz köylerde yaşanan durum üç aşağı beş yukarı bu. O yüzden gıda fiyatları düşmedi. Çünkü köye giden de köyde üretim yapamadı, o da şehirden hazır aldı. 

Böyle olunca, bir iki aylığına bile olsa, köyde kalmanın maliyeti daha da arttı. Zaten yol parası çok geldi derken köye gitmenin, köyde birkaç ay geçirmenin aile ekonomisine faydası olmadı. O yüzden bu yıl köyler daha da tenhalaştı. Kuraklık ve devamında ortaya çıkan susuzluk büyük etki yaptı. Şehirde hazır suya alışan gençlerin ve çocukların taşıma suyla dönen çarkı anlaması zaten zor. Belki yaşlılar bu duruma biraz alışık olabilir, sabır gösterebilirler. Fakat susuzluk, yani musluktan suyun akmayışı herkesin kolay alışacağı bir durum değil. Kaldı ki hasbelkader köye gelen ve yaz mevsimini köyde geçirip kışın şehre dönecek olan yaşlılar bile bundan şikâyetçi. Çünkü alıştığımız konfordan kimse vazgeçmek istemiyor. Burası köy katlanmak lazım demiyor, köy de olsa şehirdeki konforun aynısını istiyor.

Son bir şeye daha dikkat çekmek istiyorum: Güzergâhımız üzerinde bir yerde çeşmenin aktığını gördük, orada da herhangi bir yerleşme yoktu. Diğer yol üzerindeki çeşmeler ve su olukları hep kuruydu. Bu demektir ki cümle yaban hayatı da susuz bir yaz geçiriyor. Allah (CC) onları da korusun. Biz insanların onlara yönelik şerri yanında onların da susuz kalmaları çok kötü. Doğal hayatın sonu demek. İnşallah tez zamanda yağışlar başlar da dilsiz dünyadaşlarımız rahat nefes alır inşallah.

Metin Erksan'ın 1963'te gösterime giren "Susuz Yaz" filmini herkes hatırlar. Şu an köylerimizde böyle bir problem yaşanıyor. Farkında olalım. Kış gelirken yağışlar başladığında yaşadığımız bu durumu unutmayalım. Gelecek yaz aylarında görülmesi muhtemel kuraklıklar konusunda tedbirler alalım. Susuzluğumuza çare bulalım. Kaynaklarımızı verimli kullanalım, israftan kaçınalım.

Netice olarak şunu söylüyoruz: Bu memlekette "eşikteki beşikteki, köylüsü kentlisi, fakiri zengini? herkes su okur yazarı olmak zorundadır". "Suyumuz nerden geliyor, ne kadar suyumuz var, ne kadar su tüketiyoruz, suyumuz kirli mi temiz mi, bizden başka kimler suyumuza ortak, bugün ve gelecekte bu su bize yetecek mi"? Daha nice soruların cevabı zihnimizde hazır olmalı. Çözüm için çok çalışmalıyız. Dert çok diye derman aramaktan vaz geçemeyiz. Susmayalım, "su"sarsak halimiz nice olur?

rrr