Bu hafta sonu kendimi yine geçmişin izlerine bıraktım. Mazide kalan Samsun - Çarşamba Demiryolu Hattı'nın geçtiği Dikbıyık'a gidip eski tren istasyon binasını yerinde görmek istedim. Malum daha önce bu konuda bir şeyler yazmıştım (1). Geçen aylarda aynı hat üzerinde Hamzalı ve Ulaş istasyonlarını ziyaret etmiş, fotoğraflarını "Bizi Okutan Tren" başlıklı yazım eşliğinde bu sayfada paylaşmıştım.
Neyse bu sefer Dikbıyık'tayız. Trenyolu hattının geçtiği Gürpınar mahallesinden girip Dikbıyık'a kadar eski demiryolunun izlerini sürdüm. Demir rayların büyük kısmı halâ duruyor. Bazı yerlerde eski hemzemin geçitlerde "dikkat tren geçebilir işareti" bile "yıkılmadım ayaktayım, geçmişimle baş başayım?" diye söylenir vaziyette öylece kalakalmışlar. Karayolunun geçtiği yerlerde rayların üstüne asfalt dökülmüş. Tarlalarda ise dikenlikler büyük ölçüde demiryolu hattını kapatmış. İyi ki de kapatmış diyesim geliyor. Belki o sayede gün yüzüne çıkarılıp işler hale geleceği günlere kadar saklı kalır.
İstasyon binası bir demiryolu emeklisine kiraya verilmiş. Yani içinde kiracı var. En azından bu sayede bina ayakta. Binanın çevresindeki bahçenin tel örgüleri yok. Ya nesi var? Demir traverslerden avlu direkleri var.
İstasyonun önünden artık demiryolu değil, mahalle yolu (karayolu) geçiyor. Yolun Dikbıyık istikametinde eski dükkânlar harabe halinde kalmış. Bir zamanlar Samsun'dan gelen yolcuların trenden inip evlerine giderken bu dükkânlardan alış veriş yaptıkları gözümün önüne geliyor. Ya da dükkân sahipleri demiryolu hattı üzerinden trenle getirdikleri nevaleyi bu dükkânlarda uzak - yakın çevredeki köy(lü)lere satış yapıyorlardı.
Biraz daha ilerliyorum başka bir iz yok. Her şey çarpık kentleşme bağlamında alışık olduğumuz gibi, yani bugünkü manzara. Arabamla tam anayola çıkarken bir de ne göreyim; sağda köşede güzel bir camii. Bir tarafı sokağa, ön tarafı anayola (Karadeniz Sahil Yolu'na) bakıyor. Adı; "Dikbıyık İstasyon Camii". İşte nihayet aradığım bir tabela; geçmişi hatırlatan bugünden bir iz. Sevindim sevinmesine de sonra düşündüm; anayoldan Karadeniz Sahil boyunca araçlar içinde buradan gelip geçen yolcular bu caminin adını görünce "istasyon" isminden kim bilir ne anlamlar çıkarıyordur! Acaba akıllarına hiç bu istasyonun adının Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilk yerli müteşebbislerinden olan Nemlizade ailesi tarafından yine ilk yerli sermaye ile yapılmış demiryolu hattı üzerinde bulunan bir binadan geldiğini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gelip bizzat temelini attığını, daha nice özellik ve güzelliklerini hayal edebilirler mi? Mümkün değil. Neyse? Sonra bir de sola baktım; pembe üç katlı bir bina ve birinci katın köşesinde bir teneke parçası; "İstasyon Sokak". Anayoldan geriye (güneye) doğru bakınca meğer geldiğim güzergah, yani 'bilmeden basıp geçtiğim' delik deşik yolun adı "İstasyon Sokak"mış.
Netice olarak 1920'lerin sonlarından 1990'ların başlarına kadar faal olan Samsun - Çarşamba demiryolu hattı üzerindeki Dikbıyık Tren İstasyonu'ndan geriye kalanlar; ekleri olan birkaç küçük yapı ile birlikte eski istasyon binası, dayalı döşeli bir kısmı dikenlerin, bir kısmı asfalt veya stabilize yolun altında kalan tren rayları, adını Tren İstasyonu'ndan alan bir cami ve bir de sokak adı.
Bu yazıyı yazarken aklıma geldi, eski fotolara baktım. 1990'larda, demiryolu âtıl hale geldikten sonra, çekilmiş olduğunu tahmin ettiğim bir fotoğrafta Dikbıyık İstasyonu'nun iki yanında dev çınar ağaçları görülüyor. Sonra kim niye kestiyse onları da kesmişler. Yani, bugün İstasyon'un iki yanında olması gereken dikili o eski çınar ağaçları da yok.
Gelelim 'dün bilgisi'ne? Geçen gün Prof. Dr. Yücel Tanyeri hocamızın "Dün Bilgisi" diye bir paylaşımını gördüm. Hem kendisine buradan bir selam verelim, hem de bu alıntımızı şu sözle taçlandıralım:
Ey millet, ey vatandaş, ey Samsunlular ve ey bu yazıyı okuyan diğer köy, kasaba ve şehirlerin ahalisi; önümüzde yerel seçimler var. "Dün Bilgisi"ne sahip olmayan, geçmişini inkâr eden, maziden haberdar olmayan, bütün bunlara karşılık sanattan, estetikten, kültürden yoksun kafasını betona gömmek için gün sayan adaylara ne olur prim vermeyelim. Yaşadığı, yönetmeyi hayal ettiği yerin geçmişini, yani "dün"ünü bilmeyenleri yanımıza bile yaklaştırmayalım. Velev ki geldiler, oy istediler; "Dün Bilgisi"nden onları sınava tabi tutalım. Sınavı geçemeyenleri yönetici yapmayalım. Aksi takdirde "Samsun-Çarşamba Demiryolu" ve "Dikbıyık İstasyonu" gibi nice kültürel miras unsurlarımız göz göre göre yok olup gidecek. Bunun farkında olalım.
Benden söylemesi; dünya ve ahiret saadeti için "din dersi" önemli de, yaşadığımız mekânın zenginliklerini ortaya çıkarıp yaşatacak, bize biz olduğumuzu hatırlatacak, geçmişle bağımızı kurup bunların gelecek nesillere ulaşmasını sağlayacak "dün dersi" önemsiz mi?