"Nerelisin birader?"
"Çorumluyum. Sen?"
"Erzurumluyum."
"Balıkesirliyim."
"Samsunluyum".
"Samsunun neresinden?"
"Atakum. Çok güzeldir."
Ne demek "bir yerli olmak? Nasıl bir duygu, nasıl bir aidiyet hali?
İnsan "bir yerli" olunca oraya nasıl bakar, nasıl davranır?
Bir şehirden, bir köyden "benim" diye söz etmek, bir evi, bir arabayı, bir kıyafeti sahiplenmekten başka türlü bir şey midir? "Benim"olan bakım ister, merhamet ister, uzun ömürlü olsun diye çeşit çeşit özen ister. Özen göstermediklerimiz nasıl olduğunu anlamadan yıpranır ve değer kaybeder. Ya köyler? Ya şehirler?
Onlar durur mu durdukları yerde? Durmaz. Kirlenir, yozlaşır, biter.
Çocukluğumdan beri Atakum'dayım. Eskiden Matasyon denilen muhite yerleştiğimizde iki ya da üç yaşlarındaydım. Bisiklet sürmeyi Atakum'un sokaklarında öğrendim, Atakum'un sahilinde yürüdüm, denizinde yüzdüm. Yani, bugününü bildiğim gibi bilirim dününü de. Çiftlik'te, 56 larda oturmanın pek havalı olduğu dönemlerde ailem şehrin bu dış mahallesindeki memur kooperatiflerinde yer bulabilmişti kendine. Sonra bize benzeyen diğerleriyle birlikte adım adım Atakum'un büyümesine, gelişmesine, istenmeyecek ölçüde yapılaşmasına ve haliyle kalabalıklaşmasına tanık olduk. Bugünlerde, zamanında otobüsü kaçırdığım için araç bulup gidemediğim yollarda yürümek de, özel arabamla kısa mesafeli sürüşler yapmak da eziyet haline geldi. Artık Atakum ara sokaklarında dahi dolaşmanın yılgınlık verici hale geldiği, eski huzurundan ve ferahlığından eser kalmamış bir yerleşim yeri. Sahilin o eski zamanlardaki metruk yüzü düzeltildi, izbe alanlar kamu kullanımına uygun hale getirildi ve çok da güzel oldu. Ancak bu güzelliğe şehir merkezini terk ederek kıyıdaki yapıların zemin katlarına konuşlanan yeme içme ve eğlence işletmeleri de eklenince olanlar oldu. Deniz, geniş kumsal ve eğlence? Atakum'un yıllar içinde artan nüfusuna o havalı 56 lardan buraya koşan şehir sakinleri, çevre illerden akın akın gelen, ikinci ya da üçüncü evlerini alan, karavanlarıyla kıyıda denize sıfır konfor süren insanlar da eklenince ortaya bugünkü manzara çıktı. Gürültü, trafik, insan atığı? Atakum yalnızca Atakumlularda kalsaydı durum farklı mı olurdu? Sanmam. Üzülerek kabul etmiş bulunuyorum ki insan hem düzelten hem de eğip büken bir canlı. Gittiği yeri güzelleştiren bir eli de var, bozup dağıtan bir eli de. Bir yer hem insana maruz kalmış hem de güzel kalabilmişse orada önemli bir değişken vardır; hayatı, canlı ve cansız her şeyle birlikte düşünme ve onlarla uyumlanma erdemi. Sahip değil, ait olmak bilgisi.
Bana göre "bir yerli olmak" ait hissetmekle ilgili. Nerede doğup büyüdüğümüzden bağımsız olarak yaşadığımız yere ne kadar saygı duyduğumuzla, ne kadar sevdiğimizle ilgili. Sevmek derken "Ah ben Atakum'a bayılıyorum. Burası tam bana göre" gibi salt hazza dayalı bir sevme halini kastetmiyorum. Sevmek bana göre korumak, düzeltmek, kötüden uzak tutmak gibi eylemsel bir tutum.
Bu yüzden bana soranlara Dünyalıyım demek istiyorum J Doğup büyüdüğüm mahalleye, taşıma toprağıma saygım neyse Afrika'nın, Avrupa'nın ya da Asya'nın herhangi bir ülkesinin sokaklarına, denizlerine, ormanlarına saygım da aynı ölçüde. Beş yaşımdan bu yana ağzımdaki sakızı, çikolatamın ambalajını, bir kağıt peçeteyi ya da bir içecek kutusunu yere atmışlığım yoktur. Nereye gidersem gideyim değişmez. İnsandan çok güzelliğe, 'yaşam'a saygım var diyelim. Bu yüzden bir Dünyalı olarak her hafta sonu arabasına atlayıp denizin, kumsalın keyfini sürmeye gelen Çorumludan, Tokatlıdan, Çarşambalıdan, Bafralıdan, Amasyalıdan, her gün aynı denizin karşısında çay içen, sohbet eden, çocuklarını gezdiren Samsunludan sabahları köpeğiyle yürüyüşe çıktığında önceki günün çöpünü toplayan Almanyalı Gisela (Başoğlu) kadar Atakumlu olmalarını dilerdim. Bir Gisela olmak memleketim insanına zor gelebilir tabii. Belki kendine ait olanı kendinde muhafaza etmek, ardını hasarsız, temiz bırakmak gibi daha mümkün bir çizgiden başlayabilirler memleketlerini sevmeye. Belki bu kirli kalabalık temiz bir kalabalığa dönüşür o zaman. Yani mesele gerçek anlamıyla "olmak ya da olmamak" meselesi. Atakum, onu yaşayıp tüketen ve sonrasını düşünmeyen ellerde ziyan da olur; koruyup kollayan, iyileştiren ellerde daha huzurlu, uzun ömürlü, daha yaşanası bir yer de olur. Öyle olmasa da böyle olsa fena mı olur?