Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Suriye'deki tehlikeli tırmanışla ilgili iki önemli açıklama yaptı.
Birincide Cuma Namazı çıkışı kendisine sorulan bu soruyu cevaplarken: "Hedef tabii Şam'dır. Muhaliflerin yürüyüşü devam ediyor. Temennimiz kazasız belasız bir şekilde devam etsin" ifadesini kullandı.
Bir gün sonra da X hesabından yaptığı açıklamada, "Suriye'de artık siyasi ve diplomatik olarak yeni bir gerçeklik vardır. Ve Suriye tüm etnik, mezhebî ve dinî unsurlarıyla Suriyelilerindir. Kendi ülkesinin geleceğine karar verecek olan da Suriye halkıdır." ifadelerini kullandı.
Her iki açıklamayı, ideolojik ve siyasi ön yargılardan arınmış olarak yorumladığımızda rasyonel bulduğumu ifade edebilirim.
Belli ki Ankara, Esad rejiminin artık yolun sonuna geldiği gerçeğini görmüş. Ayrıca Suriye'deki kaosun bir an evvel sona ermesinin ve yeniden anayasal düzenin hakim olmasının herkesi için olduğu kadar Türkiye için de en iyisi olduğunu idrak etmiş.
Velakin bunu ifade ederken Suriye'nin parçalanmanın eşiğinde olduğunu ve bunun da Türkiye için büyük bir tehlike barındırdığını görüyor olmalı. Nitekim X hesabından yapılan açıklamanın son cümlelerinde PYD / PKK tehlikesine sessiz kalınamayacağını vurgulamış durumda.
Yeni Amerikan başkanı Trump, Suriye'deki durumu yorumlarken Rusya'nın Ukrayna savaşı nedeniyle yorgun düştüğünü, İran'ın ise Lübnan ve Gazze sürecinde kan kaybettiğini kendi üslubuyla ifade ettikten sonra mealen, "Suriye'de olan bitenler bizi çok da ilgilendirmiyor" demiş.
Aslında bu cümlelere bakarak çıkartılacak sonuç, Washington'un gelişmelerden memnun olduğu ve sürecin sonunda Esad yönetiminin devrilmesini beklediğidir.
Nitekim Sayın Erdoğan'ın Cuma Namazı sonrası sözleriyle Trump'ın ifadeleri arasında paralellik gözlerden kaçmıyor.
İki tarafın ayrıldıkları nokta ise Türkiye'nin kendi menfaatleri için gerektiğinde müdahale edeceği, Amerika'nın ise herşey planlandığı gibi gittiği sürece gelişmeleri uzaktan ve keyifle izleyeceği biçiminde yorumlanabilir.
Görünen o ki, Amerikalılar Suriye'yi ikinci Yugoslavya olarak görüyor.
İdlip'ten çıkıp önce Halep, sonrasında diğer büyük şehirleri yıldırım hızıyla ele geçiren ve Şam kapısına dayanan militanların IŞID artığı olduğunu gözden kaçırmamak lazım.
Daha önce IŞID'ın Irak ve Suriye'de neler yaptığını ve sonuçlarını anımsayacak olursak: Kuzey Irak'ta Kürt Bölgesel Yönetimi güçlenmiş, Suriye'de ise PYD / PKK fiilen özerk bir yapıya kavuşmuştu.
IŞID ise bir anda ortadan kaybolmuştu.
İçimden bir ses, Amerika'nın benzer bir süreç planladığını söylüyor.
İhtimal ki IŞID örneğindeki gibi bir anda ortaya çıkan militanlar Esad'ın devrilmesini müteakiben yine deliklerine girip ortadan kaybolacaklar.
Fırat'ın batısında Şam Merkezli, İsrail'i tehdit etmekten uzak Ürdünvari bir oluşum meydana gelecek.
Akdeniz sahillerinde Rus üslerinin etrafında bir minyatür bir Alevi Arap devletçiği oluşabilir.
Fırat'ın doğusunda ise Kürt ve Arap aşiretlerinden mürekkep bir başka devletçik ortaya çıkacak.
Amerikalılar Türkiye için biçtiği rol, bu oluşumun bekçiliğini yapmak, İran yanlısı güçlerin buraya yerleşmesine karşı jandarmalık yapmak olsa gerek.
Tabii bu parçalı yapının Türkiye için Afganistan benzeri bir terör bataklığına dönüşeceğini ön görmek gerekir.
Sayın Devlet Bahçeli'nin Öcalan merkezli son söylemlerinin bu sürecin bir parçası olup olmadığını ise zaman gösterecek.
Astana Sürecinin çöpe atılmak üzere olduğunu, Amerika'nın (belki Rusya ile uzlaşarak) bölgeye yeniden şekil verdiği gerçeğini de not etmeliyiz.
Mesele şu ki, sözde müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri'yle yapılan gizli veya açık bir anlaşmaya güvenmek yanlış olur.
Amerikalılar, her an Ukrayna'yı veya PKK / PYD 'yi yolda bırakabilir.
Ve elbette bizi de tabiri caizse "satabilir."
Bu kaygan zeminde sahada ve masada güçlü olmak şarttır.
Stratejik hedefimiz, PKKistan devletçiği hayalini Suriye çöllerine gömmek ve mümkün olduğu kadar komşu ülkede istikrarı sağlamak olmalıdır.
NOT: Bu yazı Esad rejiminin sona ermesinden bir gün önce kaleme alınmıştır.