Harun Fırıncı

Görmek ve Bilmek Üzerine 2

Harun Fırıncı

Arasse resmin anlattığını anlamak için ona uzun uzun baktığından söz eder. Saatlerce bazen günlerce resmi izler.  Çünkü ona göre, resimde sözcükler olmadan düşünen bir şeyler vardır. İnsan konuşan, yazan his ve düşüncelerini sözcükle aktaran bir varlıktır. Resim böyle değildir. Bu nedenle resimdeki sözsüz düşüncenin kalkmasını sabırla beklemek gereklidir. Goncourt kardeşler resmin içinde saklı sözsüz düşünceye erişme haline: la peinture se lève diyorlar. Eser önce size çağırır ve sonrasında kalkar yani canlanır. Eugène Delacroix ise ''resmin sessiz gücü'' derken aynı şeyi farklı sözcüklerle aktarıyor gibidir.  

Tarih boyunca resim sanatı, uygarlıkların gördükleriyle bildikleri arasında kararsız kaldıkları bir alan olmuştur. Mısır sanatında, tasvir edilmeye çalışılanlar görülenlerden ziyade bilinenlerdi. Yunan ve Roma sanatı, bu anlayışı daha ileri bir boyuta taşımış; özellikle Orta Çağ'da, resim kutsal hikayeleri anlatmanın bir aracı haline gelmiştir. Çin'de ise ressamlar, gördüklerini yansıtırken aynı zamanda derin düşüncelere dalmayı amaçlamışlardır. Batı'da resim Rönesans ile birlikte var olanı çizme eğilimine girmiştir. Olanları daha önce belirlenmiş yöntemler çerçevesinde resmetmek. Görmekle bilmek arasında tereddüt eden ve bunu aşmak isteyen sanatçı bir sanatçı çıkıyor karşımıza.

Gombrich gördüğümüzü bildiğimizden ayıramayız diyor ve ekliyor: Kör olarak doğan bir insan, daha sonra gözü açılırsa görmeyi öğrenmek zorundadır. Bir adım ileri gidip görmek denilen şeye daha yakından baktığımızda gördüğümüzü söylediğimiz nesnelerin bilgi ve inançlarımız tarafından şekillendiğini farkederiz. O halde görmekle bilmenin birbirine karıştığını söylemek yanlış olmaz. Bu nedenle, aslında gördüğümüzle bildiğimiz arasında uyumsuzluk veya fark olduğunda öğrenmeye başlarız.

Resimden, sanatından ve felsefi görüşlerden de gördüğümüz üzere görmek-bilmek veya inanmak arasında sıkı bir ilişki var. Peki bugünkü dünyada sözü edilen ilişkinin doğasına dair neler söylenebilir? Modern dünyada görmek-bilmek ve inanmak arasındaki ilişkinin eskiye nazaran farklı bir seyir izlediği söylenebilir. Çünkü modern dünya, göz merkezci (ocularcentric), akıldan başka yetkenin tanınmadığı, görmenin bilmek olarak tarif edildiği bir yerdir. Bu dünyanın temellerinin atıldığı Aydınlanma döneminin önemli düşünürlerinden Voltaire'in deyimiyle ''Tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekirdi'' felsefesi burada ortaya konulan iddiayı kanıtlar niteliktedir. Benzer şekilde, Nietzche'nin 18. YY'ın sonunda Tanrı'nın öldüğünü ilan etmesi bu minvalde okunabilir.

Transhumanizm gibi, insan bedenini teknolojiyle birleştirmeyi hedefleyen düşünce akımları, bedenimizin kısıtlayıcı yanlarını teknolojinin desteğiyle ortadan kaldırmayı amaçladığımız bir çağa doğru ilerliyoruz.   Biyoteknoloji, yapay zeka, nanoteknoloji gibi ileri teknolojinin kullanılmasıyla insanın biyolojik evrimini hızlandırılarak ölümsüzlük, üstün zeka ve normal insanınkiyle kıyas yapılamayacak üstün fiziksel kapasiteye ulaşması hedefleniyor. Daha bugünden fiber bıçaklı bacakların koşucuya altın madalya kazandıracağı için sağlıklı bacaklarını kestirmeyi isteyecek atletlerin varlığından söz ediliyor. Tabi bu durumun ahlaki sakıncalarına dikkat çekenlerin sesleri biraz kısık kalıyor.

Böyle bir dünyada komünizm, liberalizm, feminism vb. düşünce akımları veya inançların ne kadar anakronik kaldığı ise ayrı bir konu olarak ortada duruyor. Yani görmek ve inanmak arasındaki ilişkinin doğası 21. Yy'da alt üst edilmiş gibi gözüküyor. Oysa 21. Yy insanı olmak çok stresli bir durum ve buna karşı koymak için inançlara ihtiyacımız var. İnancını yitirmiş toplumların yaşadığı sorunlar ise karanlık bir ortamda trabzanları olmayan merdivenlerden göremeden ve tutamadan aşağıya inme çabasına benziyor. Psikolojik hastalıklar, depresyonlar, buhranlar ve anomali ise modern toplumlarda bu durumunu anlatan temel başlıklar olarak ortaya çıkıyor. Ayaklarımızın altındaki zeminin çekildiği yeni dünyada teselliyi psikoloji ilaçlarında bulmaya çalışıyoruz. Bazen ''gök o gök ama yer aynı yer değil'' sözü içinde yaşadığımız modern toplumlarla diğerlerini karşılaştırmak için söylenmiş gibi gelir.