Harun Fırıncı

Düello ve Pusu 2

Harun Fırıncı

Tarihçiler, Batı üstünlüğüne dayanan dünya düzeninin kökenlerini 10. yüzyıla kadar uzandığının altını çiziyorlar. Bu dönemde feodalizmin gelişimi, bu üstünlüğün inşasında kritik bir aşama olarak öne çıktığını belirtiyorlar. Feodal yapının şekillenmesinde ise iki önemli teknik buluşun belirleyici rol oynadığı görülmektedir.

Bunlardan ilki, ağır sabanın geliştirilmesidir. Ağır saban sayesinde daha önce işlenemeyen, verimsiz kabul edilen topraklar tarıma açılmış; böylece tarımsal üretim önemli ölçüde artmıştır. Bu gelişme, nüfusun artmasını ve artı ürünün ortaya çıkmasını mümkün kılarak kırsal ekonominin canlanmasına ve sonuç olarak ticaretin gelişmesine zemin hazırlamıştır.

İkinci önemli buluş ise üzenginin icadıdır. Başta küçük bir ayrıntı gibi görünen bu teknik yenilik, savaş tarihini köklü biçimde dönüştürmüştür. Üzengi sayesinde atlı savaşçılar, ata daha sağlam bir şekilde tutunabilmiş; bu da onlara daha etkili bir darbe gücü ve manevra kabiliyeti kazandırmıştır. Sonuç olarak, süvari sınıfı, yani feodal toplumun askeri omurgasını oluşturan şövalyeler, savaş alanının en belirleyici gücü haline gelmiştir.

Bu durum, Orta Asya steplerinden gelen göçebe toplumların baskın ve pusuya dayalı hareket kabiliyetlerini sınırlandırmış; Batı Avrupa'da dış tehditlere karşı daha örgütlü ve yerleşik bir savunma sisteminin gelişmesini sağlamıştır. Zorla el konulan malların akınlar yoluyla elde edilmesi giderek zorlaşmış, bu da feodal düzenin istikrarını ve Batı'nın askeri üstünlüğünü pekiştirmiştir. Güvenliğin sağlanmasıyla birlikte, Batı'nın diğer coğrafyalara karşı üstünlüğünü sağlayacak kurumlarını kendi içerisinde geliştirmesi süreci böyle başlamıştır.

Tarımsal üretimin büyük sulama sistemlerine dayandığı coğrafyalarda (Nil, Ganj, Fırat-Dicle havzaları gibi) doğa ile mücadele bireysel değil, kolektif bir organizasyon gerektiriyordu. Ancak bu kolektivite tabandan örgütlenen bir dayanışma değil, yukarıdan aşağıya ,yani devlet eliyle, kurulan bir zorunlu işbölümüne dayanıyordu. Bu da toplumsal örgütlenmeyi siyasi otorite neredeyse tek başına biçimlendirmesiyle sonuçlandı.

 Mısır'da Firavunların elindeki asada üç çentik vardır hayat, iktidar ve istikrarı sembolize eder. Firavun halkı güden bir çobandı.  Metin Heper, Türkiye'de Devlet Geleneği adlı eserinde, Osmanlı'daki devlet anlayışının merkezîyetçi ve yukarıdan aşağıya bir yapıda olduğunu vurgular ve sultanın meşruiyetini ilahi bir kaynaktan aldığına dikkat çeker. Bu çerçevede, sultan hem dünyevi hem de kutsal bir otorite olarak görülür; halkın değil, Tanrı'nın temsilcisidir.

Hayatın her alanını kapsayan bir iktidar biçmine karşı itirazın doğrudan ifade edilemediği, gücün asla açıkça sorgulanamadığı bir ortamda doğrudan karşı koyuşun değil, dolaylı mücadele biçimlerinin gelişmesine yol açmıştır. Pusu, hem askeri hem de kültürel olarak bu bağlamda bir stratejiye dönüşmüştür.

Pusuyla doğrudan ilintili olmasa da, dolaylılık hali ve hile kavramının en sembolik örneklerinden birinin, İslam tarihinde merkezi bir yer tutan Sıffin Savaşı olduğunu düşünüyorum. Bizim kültürel hafızamızda da derin izler bırakan bu tarihi olay, Hz. Ali ile Muaviye arasında gerçekleşmişti. Savaşın kaderini belirleyen dönüm noktası ise, son aşamada Muaviye tarafının mızrakların ucuna Kuran sayfaları takarak savaşmayı durdurma çağrısı yapmasıydı.

Bu hareket, bir yandan dini meşruiyeti araçsallaştıran, öte yandan doğrudan yenilgiyle karşı karşıya kalan bir tarafın dolaylı yollara başvurduğu bir strateji örneği olarak tarihe geçmiştir. Görünürde kutsal bir çağrı olarak sunulan bu hamle, aslında siyasi bir manevra olarak işlev görmüş ve çatışmayı kendi lehine çevirmek isteyen bir taktik olarak kullanılmıştır.

Kısacası, hem tarihsel yaşanmışlıklarda hem de Doğu edebiyatının klasik eserleri arasında yer alan Şehname, Binbir Gece Masalları ve Dede Korkut Hikayeleri'nde pusu ve hileye dayalı stratejilerin, edebi anlatı içerisinde belirgin bir şekilde yer aldığı görülmektedir