Harun Fırıncı

Görmek ve Bilmek Üzerine - 1

Harun Fırıncı

Resim sanatının görmek, bilmek ve de inanmak ile arasında sıkı bir ilişki olduğu bilinen bir gerçekliktir. Bu yüzden, görmekten bahsederken, resim üzerine düşünürken bulurum kendimi. Bu konuda yalnız değilim. Özel hayatın tarihini yazanlar ya da belirli bir tarihi dönemde bir coğrafyadaki hayatı incelemek isteyen araştırmacılar, günlük notlara, tablolara sıklıkla başvurmuşlardır.

Örneğin Norbert Elias,Uygarlık Süreci adlı sosyolojik eserinde böyle bir yol izlediğini anlatır. O halde resim sanatının, görmek, bilmek ve inanmakla iç içe geçmiş kavramlar olduğunu söyleyebiliriz. Belki de bu yüzden, ''yaşayan bir gözüm ben'' cümlesi bana çok anlamlı gelir. Bu söz bana başka birçok şeyle birlikte John Everett Millais'inKör Kız (The Blind Girl) eserini anımsatır. Çünkü bu tabloda görmek, bilmek ve inanmakla alakalı çok şey olduğunu düşünüyorum.

Neden böyle yazdığımı sanırım sadece tablonun kendisini inceleyerek açıklayabilirim: Tabloya baktığımızda, kırsal bir alanda oturur pozisyonda, gözleri kapalı bir kızın olduğunu görürüz. Onun kucağında ise bir kız çocuğu vardır. Kör kız, görkemli bir doğal manzarayı arkasına almış şekilde, yeşil çimenler ve ağaçlar arasında, geleneksel kıyafetleriyle resmedilmiştir. Gözleri kapalı şekilde resmedilen kız onu izleyenlere birbirinine zıt iki şeyi, hem yaşama tutunma arzusunu hem de hüznü anımsatmaktadır. Belki hayatta olduğu için şanslıdır, ancak güneş ve gök kuşağıyla bezenmiş güzel bir günü görememek onu hüzünlendiriyor gibidir.

Daniel Arasse,  resimin gücünü anlatmak için bu duruma ''la peinture comme pensée non-verbale'' diyor. Ben bunu ''sözsüz düşünme şekli olarak resim'' diye çeviriyorum. Kör kız göremediği için güneşi, gök kuşağını yaşantılayamaz ve haliyle bilemez. Bu noktada, modern toplumun ''görmek bilmektir'' (seeing is believing) görüşü aklıma gelir. John Berger'in bu konudaki görüşü Arasse'ı destekler niteliktedir. Berger, görmek sözcüklerden önce gelir, diyor.

Cézanne'ın gözlemleri de bahsi geçen isimlerin düşünceleriyle benzerlik göstermektedir. Ona göre resimde, uçup gitmekten kurtarılmış donuk sözsüz bir düşünce vardır. Bu sözsüz düşüncenin tercümesi başka bir deyişle insanlara aktarılması işini ise ressam yapmaktadır. Cézanne, resmi dünyadan geçen bir an olarak tasvir eder. Ressamın ülküsü her şeyi bir kenara bırakıp uçup giden anı yakalamak ve resme dönüştürmektir. Cézanne'ın deyimiyle, bu duyarlı bir levha olmayı gerektirir. O levha, bizi oluşturan toplumsal davranış kodları, normal koşullandırma biçimleri, zamana, mekâna ya da olduğumuz kişiye bağlı olarak başka şeyler söyler. Belki de, Rimbaud ''ben bir başkasıdır'' derken bunu tarif ediyordu. Yani nasıl gördüğümüz kim olduğumuzla ilişkilidir.