Macır Osman, "Mübadil Yemekleri Şenliği" yapılacağını ekmek almak için gittiği marketçiden öğrenmişti.
Ah keşke gidebilsek, demişti. "Ama altımızda araba yok. Oraya otobüs, dolmuş çalışmaz. Emekli aylığımızı taksiye verecek değiliz ya!"
Marketçi iki elini savurarak "düşündüğün şeye bak" dedi. "Siz oy vermezsiniz ama bizim belediye reisi herşeyi düşünmüş. Macır pilavının pirincini vermesi yetmezmiş gibi senin gibiler için köye bedava otobüs salacakmış."
Macır Osman'ın yüzünü bir gülümseme yaladı. Hay Allah razı olsundu!
Şenlik günü ilkokul ikiye giden torunu Halime'yi de yanına alıp atladı otobüse. Etkinliği tertiplendiği köyün yolunu tuttu.
*
Küçük Halime, yol boyunca dedesine "mübadil ne demek, mübadiller nasıl yemekler yapar?" diye sordu durdu.
Macır Osman, "Bak şimdi Alme!" diye sözlerine başlayarak küçük kızın sorularına sabırla cevap verdi. Tüm Balkan kökenliler gibi o da H harfini söyleyemiyordu, arada kalan İ harflerini de yutuyordu. Öyle olunca da Halime Alme oluveriyordu.
Halimecik, atalarının bir zamanlar Balkanlar denen çok güzel bir memlekette yaşadığını, orada sofralarını birbirinden güzel börekler, etli yemekler ve üzerinden şerbet damlayan tatlılar yediğini dinleyerek hayaller kurdu.
Dedesi de hayatından çok memnundu. Çok istemesine rağmen torununu bir lokantaya götürüp karnını doyuramamıştı. Üç kuruş emekli maaşıyla bir türlü yapamadığını bu şenlik vesilesiyle bu sefer yapacek olmanın sevinciyle otobüsten indi.
*
Şenlik alanı çok kalabalıktı. Etkinliğe adını veren mübadil yemekleri, protokole ayrılan alanın yanı başında bir dizi masa üzerine sıralanmıştı. Ahali birbiri ardına sıralanmış, müzede sergilenen bir eseri tavaf eder gibi birbirinden güzel yemeklerin önünden geçiyordu.
Küçük Halime, etli yufka, kapama, ısırganlı börek gibi onlarca çeşit yemeğin önünden dudaklarını yalayarak geçti. Geçtikçe de acıktı.
Aklı en çok da bademli baklava ve zerde tatlısında kalmıştı. "Ne zaman yiyeceğiz Dede?" diye sordu.
Macır Osman dudak büktü. Bir yandan yemeklere baktı, öbür yandan arkadaki kalabalığa. Bu dağa kar dayanmazdı.
"Herkesle beraber biz de yeriz" diyerek geçiştirdi.
Çocuk daha fazla özenmesin diye sergiye uzak düşen bir yere oturup beklemeye başladılar.
*
Neden sonra tören başladı.
Kelli felli bir sürü adam kürsüye çıktı, birbirinden süslü laflar ettiler.
Allah'ın salih kullarından bir konuşmacının söyledikleri küçük Halime'ye çok gülünç gelmişti. Adam, devleti aliyenin paracıklarıyla Yunanistan'a gidip orada yediği yemeklerden bahsediyordu. Anlattıklarına bakılırsa Yunanlılar bizim yemeklerimizi çalmışlar, sadece sonuna ki ekleyerek sahiplenmişlerdi. Allah'ın salih kulu, aç bekleyen iki bin vatandaşın önünde dolma'kileri, mantı'kileri, baklava'kileri nasıl lüplettiğini anlattı durdu.
Konuşmacılar içinde Halimecik en çok bu adamı sevmişti. Dedesinin kulağına eğilip salata'ki, çorba'ki, domates ekmek'ki diye yanlışlayarak eğlendi.
*
Derken konuşmalar nihayet bitti. Protokol ve çevresindekiler yemeklerin olduğu masalara bir anda çöktüler.
Macır Osman'ın korktuğu başına gelmişti.
O kalabalığın içine girip torununa bir yudum yedirebilmesi mümkün değildi.
Ama Allah'tan etkinliği tertipleyenler vaziyetin böyle olabileceğini hesaplamışlar ve herkese yetecek kadar kazan pilavı yaptırmışlardı.
Halime'nin elinden tuttuğu gibi sıraya girip beklemeye başladı.
Kuyruktakiler homurdandıkça kazanın başındakiler, "Az bekleyin, kazanın açılışı törenle yapılacak" diyorlardı.
Nihayet yarım saatlik bekleyişten sonra bay protokol, arkasında birkaç şakşakçıyla arzı endam etti. Demin kürsüde konuşan adam elinde tabaktan kalanları bitirmeye çalışıyordu.
Halimecik parmağıyla göstererek "Bak Dede, adam baklava'kileri götürüyor!" dedi.
"Sus kızım!" dedi Macır Osman. "Ayıp!"
Kuyruktakilerden birisi "Ayıp ama kızın söyedikleri değil!" diye söylendi.
*
Uzun bir bekleyişten sonra sıra Macır Osman ile kızına geldi. Nohutlu pilavları tabaklarına doldurdular. Yanında iki diş tulumba tatlısı!
Macır Osman, torununu aç bırakmadığı için sevinçliydi.
Halimecik de iştahla yemeğini yerken bir yandan eğleniyordu: "Nohutlu'ki Pilav'ki çok güzel olmuş dede, öyle değil mi?"