Bu yazıya "hadi be ya" diye başlık atacaktım ki sonra ağız alışkanlığıyla "h" harfini unuturum, okuyan yanlış anlar diye korktum.
Adi'nin biri üstüne alınır. Durup dururken iş almayalım şimdi başımıza!
***
Üniversitede okurken birçok talebe gibi ben de "öğrenci kredisi" almıştım. Büyük para değildi ama iyi kötü bir deliğe yama olmaya yetiyordu.
Okulu bitirip elimiz ekmek tutar tutmaz, bankaya gidip o borcu birkaç taksit halinde kapattığımı hatırlarım. Zira borç mutlaka ödenmeliydi. Hele devlete borçluysak hiç bekletilmemeliydi. Biz öyle görmüştük.
Aradan birkaç sene geçti, yine bir seçim arifesiydi. Öğrencilerin geçmişe yönelik kredi borçlarının affedildiğini duydum. Üstelik borcunu öde(ye)meyenler için af getirme alicenaplığını gösteren hükümet adamları, borçlarına sadık olanlara ödedikleri parayı iade etmeyi düşünmemişti bile!
Bencileyin borcuna sadık olanların sayısı o kadar azdı ki, alnımıza yapıştırılan "enayi" damgasını mecburen kabullenmek zorunda kaldık.
***
Neden sonra, başka bönlüklerim de oldu. Mesela emlak vergilerini zamanında ödediğim için aftan ya da vergi indiriminden faydalanan şanslılara (!) gıptayla baktığımı pekâlâ hatırlıyorum.
Bedelli askerliği beklemediğim için epeyce "yaylalar yaylalar" türküsünü söylemişliğim var, benim?
Hiç aklımıza gelip de devlet arazilerinin üstüne bir kulübe kondurmadık. Haliyle "orman vasfını kaybetmiş arazilerden" tapu edinme imkânımız olmadı.
Salaklık bu ya, kaçak inşaat işine de aklımız ermedi. Haliyle imar affını da ıskalayıverdik.
***
Samsun'da raylı sistem projesinin mimarlarından birisiyim.
Sıfırdan alıp bu hale getirdik.
Canım gibi sevdiğim Şehri Samsun'da bir kalemde ihale edilen en büyük projeydi.
Alnımıza bir leke sürdürmeden tertemiz bitirdik, birkaç sene de Genel Müdür olarak işletmek nasip oldu.
2000'lerin başlarında raylı sistem projesinin başına müdür olduğumda koca Atakum'un dörtte üçü tarlaydı.
Üçü kuruşu beş dönümden epeyce arazi kapatabilirmişiz.
Aklımıza gelmez ki öyle şeyler!
***
Sekiz kitabım var benim.
Sizin bildiğiniz o kitapsızlardan değilim yani.
Az daha kitaplarımdan birisini dizi film yapacaklardı.
TV kanalı bana teklifi yapan yapımcı firmayı değiştirmem şartıyla projeyi kabul edeceğini söyledi. "Ben birlikte yola çıktıklarımı satamam" dediğim için iş yattı.
***
Anacığım 75 yaşını geçti. Allah uzun ömür versin, ama Kabahatin büyüğü onda aslında. Hala ondan aynı tembihi duyarım: "Dürüst ol, Allah doğrunun yanındadır."
Biliyorum ki niyeti iyidir, ama anamın verdiği aklın geçer akçe olmadığını öğrendiğimde iş işten çoktan geçmişti.
***
Yetmezmiş gibi, rahmetli babamdan da basbayağı yanlış terbiyeler (!) edindiğimi yıllar sonra anladım. Sürekli kendisinden "cesur ol, yanlışa yanlış de, güçlünün değil haklının yanında ol!" tembihlerini işitirdim. Meğer ne tehlikeli laflarmış bunlar!
Dürüstlük, cesaret filan geçer akçe değil ki. "
Liyakat yönünden iyidir ama fazla diklik yapıyor" damgasıyla dolaşıp duruyoruz işte?
Yanlış yapana gık diyemeyenler, doğru söyleyeni dokuzuncu köyün bekçisi yapıveriyorlar.
***
Peyami Sefa'nın" doğru ve dürüst olanlar kaybetmez, kaybedilir" lafını ezber edenler, çağdaş Polyannalar'dır, güzel kardeşim. Besbelli benim gibi o da bu lafı temiz kalpli ana ? babasından duyup yanılmış.
***
Cahit Külebi'ye yakıştırılan "Sen bir K harfisin, ama ben bir Tohatlıyım!" diye bir laf var.
"İmkânsız aşkı anlatmak için" söylenmiş besbelli.
Ben deniz, Cahit Külebi üstadıma pek benzemem.
Şair değilim bir defa!
Tokatlı da değilim, bu nedenle K harfini söylemekte zahmetim yok.
Sevdiğim ile evlenmemi buna borçluyum belki de, zira eşimin adında K var: Melek!
***
Lakin bizim de kusurumuz Balkanlı olmak!
Derdimiz "K" ile değil ama "H" ile?
Asan, Üseyin, Alime, Atçe, Ülya filan deriz, biz.
Mübarek arf, solda sıfır gibi, kıymeti yok! Yazsan da olur, yazmasan da?
***
Uzun lafın kısası? Dürüstlük ve cesaret, tıpkı suyun öte yanındaki "H" harfi gibi olmuş.
Yazarken var ama okurken ayağı kayıveriyor.
Onun için benim gibilerin vaziyeti, Tokat'ın K'sından çok İroşima'nın H'sine benziyor!
Ne zaman başımıza "idrojen bombası" düşeceği belli değil!