Onaylamıyoruz, zararlı buluyoruz ve çoğumuz "terörist" diye yaftalıyoruz. Lakin yeryüzünde bir Kürt Mikromilliyetçiliği gerçeği var.
Bu sadece Türkiye'nin değil Suriye, Irak ve İran'ın da bir gerçeği.
Bu hakikatın başta Almanya, Fransa, İsveç olmak üzere Avrupa'da bir diasporası bulunuyor.
Rusya, İngiltere, ABD, İsrail gibi küresel aktörler de bu gerçeği istedikleri şekle sokabilme kabiliyetine sahipler.
Türkiye'de Kürtçülük gerçeğinin siyaset dünyasında kolları var. Her seçim isim değiştirse de belli bir seçmen tabanını sürekli sandığa taşıyabiliyorlar. Bizim tatlı su demokratlarının "Kürt Siyasi Hareketi" diye legalize ettiği bu kol, kanlı terör örgütü PKK'nın kravatlı hali.
***
Son genel seçimlerde kapatılma riski taşıyan HDP yerine Yeşil Sol Parti etiketiyle sandığa giden bu harekette son yıllarda içten içe bir tartışma tırmanıyor.
Seçimlere ana çatı olarak YSP olmak kaydıyla Emek ve Özgürlük İttifakı adıyla sosyalist partilerle blok yaparak giren Kürtçü hareket, "Türkiyelileşmek" veya "Türkiye'nin geneline hitap edebilmek" fikrinin sancılarını yaşıyor.
Ana fikir olarak bölücü terör ile aynı paralelde olan bu yapının marjinal çizgiden legalize çizgiye kaymasına hareketin eski tüfekleri karşı çıkıyor. Hiç kuşkusuz eli kanlı terör örgütünün lider kadrosu ve onları arka plandan yöneten emperyalist güç odakları da bu eksen kaymasına müsaade etmiyor.
Öte yandan legal çizginin dışına çıkıldığında devletin ceberrut yüzüyle karşılaşmaktan yorulan kimi Kürt siyasetçilerden zayıf da olsa aykırı cümleler duyuluyor.
Terör örgütlerinin uzantısı Kürtçü yapılarla siyaset yapmayı sindirmekte güçlük çeken Türk sosyalistleri içinden de çıkış yolu arayanlar mevcut.
Her ne kadar ittifak olarak seçime beraber girseler de ilk defa ayrı bir parti olarak bayrak gösteren TİP'in kendi logosuyla girdikleri seçimde birkaç tane vekil çıkartmasını kayda değer bulmak lazım.
***
Bizzati Yeşil Sol Parti ismi de Kürtçü hareketin içindeki "Türkiyeleşme" arayışlara işaret ediyor olabilir.
Bu ismin Avrupa'daki Yeşiller hareketine atıfta bulunduğu hissediliyor.
Bu durumda kritik soru şu:
Yeşil Sol Parti tıpkı batı demokrasilerindeki gibi bir işleve soyunduğu takdirde kendilerini terör gölgesinden kurtarıp siyasi yelpazenin içinde makul bir yer edinebilir mi?
Batıda azınlıklar, marjinal kesimler, dışlanmış toplum kitleleri gibi ana akım siyasi partilerde kendilerine yer bulamayan seçmenlere hitap eden Yeşiller Hareketi, bu kesimlerin demokratik haklarının sözcülüğüne soyunuyor.
Eylemci geçmişlerine sadık kalsalar da terörü prensip olarak reddeden Avrupa'daki Yeşiller Hareketi mantığıyla Türkiye'deki Kürtçülerinin sistemin içinde makul bir yer edinmesini sağlamak mümkün mü?
***
Bu soruların spekülatif olduğunu ben de kabul ediyorum. Ancak kapalı kapılar ardında Kürtçülerin yanı sıra devletin derinliklerinde de buna kafa yorulduğunu var saymalıyız.
***
Seçim sonrası eski HDP eş başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın YSP yönetimini eleştirerek yaptığı "şimdilik" siyaseti bırakacağına dair açıklamasını bu sorgulamanın bir parçası olarak okumak lazım.
Selahattin Demirtaş, Kürtçü hareketin Yeşiller maskesi altında daha legal bir form kazanması projesini desteklediği için mi yoksa buna kökten karşı çıktığı için mi bu çıkışı yaptığını şimdilik bilemiyoruz.
Ancak bunca duman çıktığına göre Kürtçü camiada bir yerlerde ateşi körükleyenler olduğuna şüphe yok.
***
Peki Kürtçü hareket, sisteme siyaset mühendisliği çalışmalarıyla katılabilir mi?
Bu daha önce "çözüm süreci" adıyla denendi, tam tersi bir sonuç verdi.
Çünkü Kürtçü hareketi terör örgütünün etki sahasından çekip almadan demokratik adımlar atmanın işe yaramayacağı hesaplanamadı.
Dolayısıyla bu denemelerin de işe yarayacağı son derece şüpheli görünüyor.
***
Tarihten küçük bir anektodla ne demek istediğimizi anlatmaya çalışalım:
Bir Müslüman topluluk olarak Osmanlının başına en çok bela olan halk, Balkan Harbine kadar Arnavutlar idi.
Osmanlı'nın son iki yüz yılı içinde çok sayıda Arnavut ayaklanması çıkmış, yaşanan sorunlar nedeniyle Payitahtın Balkanlar'daki etkisinin azalmasında bu ayaklanmaların çok etkisi olmuştu.
Ta ki 1912-13 Balkan harbinde Sırp ? Bulgar ? Yunan üçlüsünün Osmanlı'dan ele geçirdiği topraklarda Müslüman halka hiçbir ayrım yapmadan katliamlar yapmasına kadar bu böylece devam etti.
Rus ve İngilizlerden aldıkları ateşli silahlarla cami gördükleri tüm köyleri yakıp yıkan Balkan çetelerinden sadece Türkler değil, Boşnaklar, Pomaklar ve Çingenelerle birlikte Arnavutlar da büyük zulüm gördüler.
Son tahlilde kaçabilen Arnavutlar, diğer Osmanlı Müslümanlarıyla birlikte Anadolu'ya Osmanlı'nın bağrına geldi. Kaçamayanlar ise büyük mücadelelerle Kosova ve Arnavutluk devletlerini kurdu.
Bir zamanlar Osmanlıya sürekli isyan eden Arnavutlar, Türk komşularıyla aynı kaderi paylaştıklarını görünce tüm bakışlarını değiştirdiler.
Günümüzde Türkler ve Arnavutlar, hem Türkiye'de hem de Balkanlarda hala kader birliği yapıyor.
***
Buradan Kürtlere gelecek olursak...
Kürt mikromilliyetçiliğini toplum ve siyaset mühendisliği formülleriyle dönüştürmek mümkün mü? Doğrusunu isterseniz sanmıyorum.
Gelecekte bir gün Kürt halkı ile aynı kaderi paylaşacağımız ortak bir düşman çıkıncaya kadar Kürtçülük damarı Türk devletine karşı dostça bakamayacaktır.
Toparlayacak olursak:
1912'deki Balkan felaketi gibi bir acıyı beraber yaşamamak adına ortak düşmanımız olan emperyalizm tehlikesini bıkmadan usanmadan Kürt vatandaşlarımıza sabırla anlatmaktan başka bir yol göremiyorum.