Benim nenem, kışın odunu ateşe atmadan evvel yere vurup şöyle bir silkelerdi. “Niye böyle yapıyorsun goca ana?” diye sorduğumda “içinde börtü böcek kalmıştır, neme lazım yanar da günahı bana yazmasın” derdi.
***
Şimdiki nesilde nerde öyle hassasiyet? Gökte uçan kuşu, suda yüzen balığı, ormanda gezen mahlûkatı öldürmeyi marifet sayıyorlar. Sokaktaki kedilerin, köpeklerin başlarına neler geldiği de malum, açın internet haberlerini görün!
***
Yahu ne oldu bu milletin hislerine? Binlerce yıldır tabiatla haşır neşir ve uyumlu yaşayan Türkler ne ara bu hale geldi?
***
Biz, Ötüken ormanlarını kutsayan Göktürklerin neslinden değil miyiz?
Fıkralarını göle yoğurt çalarak, bindiği dalı keserek, eşeğine ters binerek anlatan Nasreddin Hoca’dan hiç mi bir şey öğrenmedik?
Dağlara taşlara, atlara, koyunlara, akarsulara, ormanlara methiyeler düzen Dede Korkut öykülerini yazanlar bizim atalarımız değil miydi?
Yaratıcıdan bir güzellik taşıdığına inanarak saatlerce çiçeklere, tabiat manzarasına, hayvanlara bakan; “güzele bakmak sevaptır” diyen Kalenderi dervişlerine ne oldu?
Sefere giderken meyve ağaçlarına, tarlalara, ekinlere zarar verilmemesini buyuran Osmanlı padişahları kimin ecdadı?
Dağa taşa meyve fidesi diken ihtiyar adamların hisselerini ne çabuk unuttuk?
***
Bu sorulara belki herkesin vereceği farklı bir cevap vardır. Muhtemelen her cevapta da haklılık payı bulabilirsiniz.
Ama Türklerin tabiatla olan bağlarının ilk olarak ne zaman kopmaya başladığı sorusunun cevabını yakın tarihte aramamak lazım.
Hatta mitolojik çağlara kadar uzanmakta fayda var.
***
Bay Ülgen’i hiç duydunuz mu?
Yok, medyatik şovmen Okan Bayülgen’den bahsetmiyorum.
Kadim Türklerin iyiliklerin kaynağı ve tabiatın koruyucusu olarak kabul ettikleri “Bay Ülgen” isimli mitolojik varlıktan söz ediyorum.
Bizim onlarca nesil önceki atalarımız, bu isimde bir ruhun yeri, göğü, toprağı, suyu, hayvanları, bitkileri ve insanları koruduğuna inanırmış.
Her ne kadar Bay Ülgen’den bir dileği olan Bakşılardan, ozanlardan, şifacılardan filan yardım dileseler de bu koruyucu ruhun bir yardımcısının kayın ağaçlarında yaşadığına inanırmış.
Bu nedenle dileklerini kayın ağacına çaput bağlayarak ya da dibine kuşların, tavşanların, sincapların, kaplumbağaların velhasıl orman hayvanlarının yiyeceği bir şeyler bırakarak Bay Ülgen’e iletirmiş.
***
Yakın zamana kadar dilek ağacı, çaput ağacı geleneği köylerimizde yaşamıyor muydu?
Şimdi geçtim kayın ağacına çaput bağlayanı Hıdrellezde bile gül dalının altına bir bardak su döken kalmadı!
***
Daha önce birkaç kez yazmıştım. Biz kendi mitolojisiyle kavgalı bir milletiz.
Göktengriyi, Umay Anayı, Erlig Hanı, Karakancolosu, albastıyı nasıl tarihe gömdüysek tabiatın koruyucusu Bay Ülgen’i de silip atmışız.
Bunlardan bahsetmeyi günah saymışız.
Zeus’a tapan bir Yunanlı, Odin’e inanan bir İsveçli gördünüz mü?
Hayır tabii ki, ama onlar kendi mitolojilerini çizgi filmlerle, romanlarla, sinema filmleriyle bal gibi de yaşatıyor. Yeni nesillerine öğretiyor. Kültürlerini yok etmeyi marifet zannetmiyor.
Biz ise Türk mitolojisi cehennemde yanarız zannediyoruz.
Yahu, bu çağda kim inanır mitolojik dinlere? Bu korku niye?
***
Hoş, Arap ya da Fars mitolojisini İslamiyet zanneden az değil ya…
***
Efendim, Türk milletini kendi mitolojisiyle dost kılmayı ek başına ben beceremem ama…
Hacca giden karınca misali, niyetimiz bari belli olsun.
Youtube kanalımda Türk mitolojisi serisi adıyla kısa filmler yayınlıyorum.
Bay Ülgen dahil kadim Türklerin derin kültürlerinde yer alan figürleri merak edenlere tavsiye ederim.