
Samsun'da dün yaşananlar, hepimizi derinden düşündürmeli. Bir yanda, halkın can güvenliğini sağlamak için yasal görevini yapan belediye ekipleri; diğer yanda, hayvanların toplanmasına engel olmaya çalışan vatandaşlar... Bu gerilim, ülkemizin acı bir ikilemini bir kez daha gözler önüne serdi: Hayvanların sokakta var olması ile insan hayatının güvenliği arasındaki kritik denge nerede kayboluyor?
Bu gerilim, sadece bir "köpek toplama operasyonu" değil; hukukla vicdan arasında sıkışmış, dengeyi kaybetmiş bir toplumun sancılı görüntüsüdür. Orada esnaf ve birkaç vatandaşın engellemesi sonucu bazı köpekler belediye ekiplerinin elinden kaçtı; fakat kaçan sadece onlar mıydı? Kaçan belki kamu düzenine ilişkin ciddiyetimiz, kaçan belki "kanun herkese eşit uygulanmalı" idealimizdi.
Samsun'un Vitrininde Hijyen ve Can Güvenliği Felaketi
Tartışmanın başladığı nokta, Samsun'un kalbi, kimliği: Saathane Meydanı, Cumhuriyet Meydanı gibi şehrin karakterini ortaya koyan merkezi alanlar.
Bu alanlarda, her gün binlerce insanın geçtiği şehrin vitrininde dana büyüklüğünde başıboş köpeklerin yatıyor olması normal mi? Bu, Samsun'un modern şehir imajına yakışan bir görüntü müdür? Görüntü kirliliğinin ötesinde, bu meydanlar; mama artıkları, hayvan dışkıları nedeniyle bir hijyen felaketine dönüşmüş durumda.
Belediye ekiplerinin toplama çalışmasını yapacağı en doğru yerler, her gün binlerce insanın kullandığı bu mekanlardır. Zira kalabalıkta tehlike sadece saldırı ile sınırlı değildir; kontrolsüz yayılan bulaşıcı hastalık riski de büyük bir halk sağlığı tehdididir.
Ancak, ekiplerin bu elzem çalışması sırasında bazı vatandaşların, görevlilere karşı çıkarak, köpeklerin kaçmasına neden olması, "iyi niyet" maskesi ardında toplumsal düzeni ve sağlığımızı tehlikeye atmaktır.
Kanun Var, Ama Kanunu İhlal Edenlere Ceza Nerede?
Kanun bu konuda gayet net. 5199 Sayılı Kanun, belediyelere sahipsiz hayvanları toplama, barınaklara götürme ve sahiplendirme görevi yüklüyor. Hatta yasanın ruhuna aykırı hareket eden, yani toplanan hayvanları bakımevi dışına bırakan belediyelere 2025 itibarıyla sahipsiz köpek başına 71.965 TL'ye kadar idari para cezası öngörülmüş durumda.
Peki, bu yasal zorunluluğun yerine getirilmesini doğrudan engelleyen, kamu görevlisinin işini yapmasına mani olan o kişilere ne oluyor?
İşte vicdanları en çok yaralayan hukuki boşluk tam da burasıdır. Kanun, hayvanlara kötü muameleye ağır cezalar öngörürken; yasal olarak yürütülen bir kamu hizmetini, yani köpeklerin barınaklara alınmasını engelleyenlere karşı doğrudan ve etkili bir yaptırım mekanizması ne yazık ki yeterince belirgin değil. Kanun tarafından cezai veya idari bir yaptırıma bağlanmamış bu engelleme fiili, büyük bir eksikliktir. Çünkü kanunun ruhu, yalnızca hayvan haklarını değil, ortak yaşam hakkını korumak içindir.
Samimiyet Testi: Sahiplenilmeyen "Aktivizm"
Burada bir samimiyet sorgulaması yapmalıyız. Arabasının bagajında kedi maması eksik olmayan, hayvanlara gerçekten değer veren bir vatandaş olarak söylüyorum: "Hayvan sever" adı altında iki farklı kesim var.
Bir yanda, evinde hayvan besleyen, sorumluluk alan, hayvanlara zarar verilmemesi gerektiğini savunan gerçek hayvan severler var. Diğer yanda ise, kural tanımadan köpeklerin daima sokakta var olmasını bir "özgürlük" sananlar.
Sorgulamalıyız: Eğer bu kişiler, sokaktaki dana büyüklüğündeki köpekler için kendini yerden yere vuruyorsa, neden bu köpeklerden bir tanesini bile sahiplenmiyor? Eğer her biri bir hayvanı evine alsa, Türkiye'nin sokak köpeği sorunu hızla çözülür. Ama yok, onlar illa ki sokakta fotoğraf çekip, popülist bir içerik üretme derdinde. Bu durum, sosyal medya üzerinden mama yardımı dilenerek lüks bir hayat süren, şaibeli figürlerin ortaya çıkmasıyla birlikte, bir "rant kapısı" haline bile gelmiştir.
En büyük samimiyet testi ise, endüstriyel boyutta yaşanan acılar karşısındaki sessizliktir. Tavuk endüstrisinde, erkek civcivlerin gazla, ezilerek öldürülmesi gibi, bakım maliyeti yüksek olduğu için her yıl milyarlarca hayvan can verirken; bu durum için ulusal düzeyde ciddi bir eylem duydunuz mu? Duymadık.
Bu tutarsızlık, bize gösteriyor ki: Sokağın ortasındaki "dana kadar köpek" için çığlık atanların bir kısmı, hayvan sevgisini değil, sadece kolay ve popülist bir "aktivizm" biçimini savunuyor.
Unutulan Minik Yüzler: Eslem'in, Mahra'nın Sessiz Çığlığı
Oysa mesele, popülizm değil, can güvenliği.
Hakkari'de sokak köpeklerinin saldırısına uğrayarak hayatını kaybeden 12 yaşındaki Eslem. Diyarbakır'da saldırı sonrası başına 37 dikiş atılan ve korkudan sokağa çıkamayan 8 yaşındaki Burak. Bu çocuklarımız, bu tutarsızlığın ve kanunsuzluğun bedelini canlarıyla veya travmalarıyla ödüyorlar.
Olay anında köpeklerin kaçmasına yardım edenler, bu köpeklerin bir saat sonra bir okul yolunda, bir parkta küçük bir çocuğun hayatını karartma ihtimalini düşündüler mi? Bir çocuğun canı, anlık bir duygusal tepkiden çok daha değerlidir.
Talep Bir Vicdan Çağrısıdır: Kanun Uygulansın!
Biz ne hayvanların sokaklarda acı çekmesini, ne de insanların can güvenliğinden endişe etmesini istiyoruz. Toplumsal huzur için tek yol, kanunların istisnasız ve tavizsiz uygulanmasıdır.
5199 Sayılı Kanun, bir an önce tam kapasiteyle uygulanmalıdır. Belediyeler bakımevi kapasitelerini artırmalı, sokaklar rehabilite edilmemiş köpeklerden arındırılmalıdır.
Yasal Engellemelere Son Verilmeli ve Samimiyet Denetlenmelidir. Kamu görevlilerinin yasal çalışmalarını engelleyen, insan hayatını riske atan eylemlere karşı caydırıcı ve kesin yasal cezalar derhal mevzuata eklenmelidir. Çünkü bir insan hayatı "duygusal tepkilerle" tehlikeye atılamaz.
Çocuklarımızın sokaklarda korkusuzca yürümesi, her türlü duygusal kaygının ve popülist aktivizmin üstündedir. Samsun'daki bu gerginlik, artık kanayan bir yaraya dönüşmeden, kalıcı ve hukuki bir çözüm bulunması için son çağrımız olmalıdır.
Ya kanun hepimiz için geçerli olacak, ya da hiçbir vicdana yer kalmayacak.