Dün Samsun'un göbeğinde bir olay yaşandı. Samsun'un adını kötü vaziyette Türkiye'ye duyuracak ve öğrenenleri acıya boğacak sonuçları olacak bir olaydı.
Ben ve gazeteci arkadaşım Mert Volkan Gün bu olayın birinci dereceden maalesef tanığı olduk.
Madde etkisinde olduğunu düşündüğüm bir şahıs Kale Mahallesi Cumhuriyet Caddesi'nde, tam da Samsun Kent Müzesi'nin önünde, elinde kelebek diye tabir edilen bıçak ile çevredeki insanların üzerine yürüdü. Sinkaflı küfürler ile haykıran bu şahıs kendine adeta bıçaklayacak bir hedef aradı. Üstelik kimin olacağı önemli değildi. Kendisi ile göz göze gelen herhangi birini bıçaklayabilirdi.
Bu durumu fark ettiğimizde de saldırganı görüntülemeye çalıştık elbette. Durumu fark eden şahıs biz görüntü alamadan üzerimize doğru saldırıya geçti. Bir esnaf abimizin dükkanına girerek bu şahıstan uzaklaştık. Daha sonrasında olay polisin gelmesiyle sona erdi.
Burada elbetteki cansiperane görev yapan polisimizi suçlamıyorum. Biz canımızın derdine düşerek bu saldırıdan uzaklaşırken, polislerimiz ise şahsın üzerine giderek etkisiz hale getirdi. Can derdine düşüp ya da "Evde bekleyenlerimiz var" demeden bu tehlikenin üzerine gittiler. Aslında onlar bundan daha büyük badirelere gözü kara biçimde girerek görev yapan ve minnet duyduğumuz insanlar.
Fakat, bir yerlerde bir eksiklik var. Polis memurları olaya son derece hassasiyet içerisinde başarılı bir şekilde müdahale ettiler. Fakat sistem işlemiyor olsa gerek bundan sonrası tam bir hayal kırıklığı.
Olayın yaşandığı yer Kent Müzesi'nin kameralarının görüş alanı içerisinde. Bu görüntüleri izleyecek herhangi bir savcı derhal yasal bir süreç başlatmıştır diye düşündüm. Çünkü polisin soruşturma başlatacağını ve etraftaki güvenlik kameraları görüntülerinden faydalanacağı gibi sanırım sadece filmlerde olacak bir reaksiyon hayal ettim. Bu rahatlıkla o saldırgana ne olduğunu araştırmak istedim. Şok olmama neden olan ama aslında bilindik bir hikaye çıktı karşıma. O saldırganın elinden bıçak alınarak serbest bırakılmış.
Bu şahıs orada içimizden birinin karısını, kendini yada çocuğunu öldürebilirdi. Ancak ondan sonra gerekli hukuksal süreç çalışmaya başlayacaktı. Her zaman olduğu gibi, canlar yitirildikten sonra.
Ankara’da bir mimarlık firmasında çalışan Başak Cengiz, henüz 28 yaşında idi. Sokakta yürürken bir anda karşısına, elinde samuray kılıcı bulunan bir kişi çıktı. Saldırgan, kılıcı daha önceden tanımadığı Başak Cengiz'in karnına saplayıverdi. Kısa süre önce nişanlanan genç kadın, bir anda yere yığıldı. Ondan sonra tüm Türkiye acıya boğuldu. Bu olayın etkisi günlerce toplumun her kesiminde hissedildi.
Dün aynısı olacaktı. Tamamen şans eseri elim bir hadise yaşanmadı.
Dediğim gibi, bir şey yapılması için önce; gencecik bir fidan, içimizden birinin çocuğu ölmeli. Ya da içimizden birinin sabah kapıdan öperek uğurladığı hayat arkadaşı, yoldaşı olan bir kadın öldürülmeli. Birimizin arkadaşı, birimizin annesi yada babası ama sevdiğimiz biri ölmeli ki, bu saldırganlar hakkında işlem yapılabilsin.