Kastamonu, Bartın ve Sinop başta olmak üzere Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketi dolayısıyla hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı dilerim.
Selden etkilenen tüm vatandaşlarımızın yaralarının bir an önce sarılmasını temenni ediyorum.
Ancak, ülkemizde son yıllarda yaşanan felaketlerde acı sonuçların ortaya çıkmaya başlaması biraz da bizim suçumuz değil mi?
Felaket ve doğal afet elbette olacaktır. Dünya'nın hiç bir coğrafyasında yangın, sel, deprem olmaz denebilir mi?
İnsana düşen bunlara karşı önlemini almaktır.
2019 yazında görme imkamın olduğu Çökertme, Milas, Mumcular, Mazıköy, Marmaris, Manavgat gibi Türkiye'nin göz bebeği yerlerin doğası, güzellikleri, nimetleri bir anda yok olup gitti.
Bu afet bize gösterdi ki Türkiye Cumhuriyeti önlemini daha önceden almadığı için yangınlar karşısında gafil kaldı.
17 Ağustos 1999 depremi yaşandığında Türkiye derinden sarsılmıştı. 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03:02'de gerçekleşen, Kocaeli/Gölcük merkezli deprem Richter ölçeğine göre 7,5 Mw büyüklüğünde idi ve büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştu.
O dönemde Demokratik Sol Parti (DSP),Anavatan Partisi (ANAP) ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) oluşturduğu koalisyon hükümetinin başında Bülent Ecevit vardı. Gece saatlerinde yaşanan depremde Marmara adeta yıkılırken dönemin başbakanı Ecevit ise evinde uyuyordu. Depremin yaşandığını sabah vakitlerinde öğrenen Ecevit'in bu durumunu yardımcıları ise 'Uyandırmaya kıyamadık' gibi trajikomik bir cümle ile ifade etmişti.
Ecevit'i uyandırmaya kıyamayanlar enkazların altında çoluk çocuğu ölüme terk etmeye kıyabilmişlerdi.
Depremin üzerinden 48 saat geçtiği halde devlet deprem bölgelerinde yaşananlardan bi haberdi. Vatandaş kendini sahipsiz hissetmiş bunun bedelini de seçimlerde ödetmişti.
Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'de köklü geçmişe sahip tüm partileri enkaza çevirerek tek başına iktidara geldi. Vatandaş kendisini enkazın altında terk eden siyasilere bunun bedelini sandığa gömerek ödetmişti.
AK Parti döneminde ise gelişen teknoloji ve haberleşme kaynakları sayesinde yaşanan bir depremde devletin zirvesi anında deprem bölgesine ulaştılar.
Vatandaşın yanında olduklarını hissettirdiler. Afetlerin peşinden İBAN verilse de, 1999 yılından beri toplanan deprem vergileri depremlere dayanıksız binaların dönüşümünde kullanılmasa, başka yerlere aktarılsa da vatandaş devletin zirvesini yanında gördüğü için kendini sahipsiz hissetmedi. Ta ki son yaşanan yangınlara kadar. Yangınların bir türlü söndürülememesi ve yangın uçağı konusu vatandaşa yine sahipsizlik hissiyatını yaşattı.
Türk Hava Kurumu'nun kurban derileri elinden alınarak başlayan ve liyakatsız kayyum atamasıyla süren saf dışı bırakılması çabası sonucu yangınlara kendi uçaklarımız ile müdahale edemedik. Sosyal medya üzerinden 'Help Turkey' diyerek yardım çağrısında bulunanlar vatan haini ilan edilirken devletimiz yangının söndürülmesi için İsrail'den dahi yardım aldı.
5 bin ton su kapasitesi altında denerek THK'nın 4900 Ton su kapasiteli ateş kuşu uçakları yerde yatarken İspanya'dan gelen aynı model ve kapasiteli uçaklar yangına müdahale etti.
Çok yazıldı çok çizildi. Bir daha, bir daha söylemenin bir faydası olacağına inanmıyorum. Yangınlar bitti derken sel geldi. Bari sel konusundan bahsedelim. Doğu Karadeniz'in ardından şimdi de Kastamonu, Bartın ve Sinop başta olmak üzere Batı Karadeniz'de yaşanan sel felaketleri. Samsun geçtiğimiz günlerde benzeri bir afeti ucuz atlattı. bir kaç gün sonra da tüm bu yaşananlar unutulur gider. 14 kişinin Samsun'da hayatını kaybettiği 2012 yılında yaşadığımız sel felaketini ne kadar çabuk unuttuk öyle değil mi?
Ama bu kafayla gider hiçbir önlem almazsanız doğa yapacağını yapar. Yine bir gün Samsun’a 35 yıllık günlük ortalama yağış değerlerinin 30-60 kat üzerinde bir yağmur yağar, sel olur, insanlar ölür. Vatandaş kendini sahipsiz hisseder işte o zaman hesabını sandıkta sorar.