Derya Cesur

Bir Aşk Hikayesi

Derya Cesur

Sloganlar aşk gibidir; insanları bir araya getirir. Ancak bir kusurları vardır. Onları bir arada tutmaya yetmez.Cumhuriyet de güzel bir aşk hikayesidir.

Bir savaş verdik. Eş zamanlı, farklı zorlukları olan, fiziksel, mental ve duygusal bir savaş. Savaş safları sıklaştıran bir şeydir. Uçları keskinleştirir. Bir tür varlık ya da yokluk temeline yaslanır, ötesini silikleştirir. Ötesi, daha derin bir savaştır. Fiziksel savaşın kazanımlarını, kalıcı hale getirmek için durmaksızın çalışmak, gelişmek ve her daim uyanık olmak gereken uzun soluklu, bitmeyecek bir mücadele. İşte Cumhuriyet o mücadelenin adıdır. 

Dünya gündemi süre giden ve yeni başlayan kanlı savaşlarla meşgulken, herkes bir halkın adım adım yok olmaya itilişini izlerken daha da önem kazanan bir savaşın adıdır Cumhuriyet.

100. yılımızı gösterişli etkinliklerle, kırmızı beyaz yürüyüşlerle, birbirinden güzel marşlarla, konserlerle, hayranlık uyandıran ışık gösterileriyle kutladık. Ülkenin her yerinde pencerelerden, balkonlardan bayraklar salındı. Henüz neden - sonuç ilişkisi kuramayan ya da sultanlık makamının kendi şahsiyetinde devam etmesini dileyen bir takım cüce akıllılar dışında hepimiz Cumhuriyet'te birleştik. Mustafa Kemal'in askerleriyiz diye diye, İzmir'in Dağları'nı eskite eskite bağırıp durduk. Güzel şeyler bunlar. Heyecanlı ve duygu dolu. Lakin.

Sizce de biraz eksik değil mi?

Ticaretle uğraşanlar iyi bilirler. Yeni bir teşebbüs oluşturmak için gereken toplu paraya sermaye denir. Aileden miras kalmış bir hesap, şans eseri kazanılmış bir piyango ya da eldeki mülkün satışından gelmiş hazır para, yüklüce bir kredi işi kurmak için pekâla yeterli olabilir. Ancak ticaret yapanlar yine çok iyi bilirler ki işi kurmak için yeten sermaye işi devam ettirmek için yetmez. Doğru insanlarla çalışmak, vazifeyi ehline vermek, ahlaklı ve adaletli bir sistem kurmak, az çaba ile çok kâr elde etme tuzağına düşmemek gerekir. Kötü finansal yönetim, liyâkatsiz çalışanlar, güncellenmeyen ürün ya da hizmet, vasıfsız iş ortaklıkları kısa zamanda ihtişamlı bir şirketi yerle bir edebilir. Gövdeyi içeriden saran küf fark edilmez ve geç kalınırsa sağlam görünen bina küçük bir sarsıntıda tozlarına ayrılabilir.Cumhuriyet gövdeyi ayağa kaldıran sermayedir. Üstelik atadan miras ya da piyangodan kazanılmış değildir. Var olmak ya da olmamak kadar net bir tercihin önümüze mecburen koyduğu kanlı, çok kayıplı, bol yıkıntılı bir mücadelenin sonunda kesik bacağımız, kör gözümüz, çıplak ayağımız, aç karnımız, tükenmiş gözyaşımızla tutunduğumuz yegâne sermayedir. Yıllarca süren savaşlardan sonra tam da nefesimiz tükenmek üzereyken avcumuzda bulduk onu. Ancak onunla ne yapacağımızı bilmiyorduk. Onunla gövdeyi, yani ülkeyi nasıl inşa edecektik? Para değildi, silah değildi, din değildi, yemek değildi, vatan değildi. Bizi nasıl diriltecekti? Şıktı. Gösterişliydi. Şaşırtıcı hediyelerle doluydu. Fakir bir çocuğun ellerine bırakılmış ışıltılı bir taş gibiydi. Çocuk taşa baktı, gözlerini bir süre ondan alamadı. Onu çocuğa hediye edenler dediler ki "Bu mucizevi bir taştır. Ancak çabayla, merakla, çalışkanlıkla, kararlılıkla, bilgiyle, ahlak ve adaletle çalışır. Aksi halde o da sıradan bir taşa dönüşür." Fakir çocuk sevdi taşı, aldı, boynuna astı.

Yıllar geçti. Çocuk büyüdü, kendi çocukları ve torunları oldu. Taş bir müddet daha ışık saçtı ancak sonra yavaş yavaş gücünü yitirdi. Bir şeyler yanlış gitti. O ihtişamlı taş sıradan bir taşa dönüşüyordu. Mucizeler de onunla beraber etkisini yitirmeye başladı. İşte böyle oldu. O gözü yaşlı fakir çocuk taşı seviyordu. Fakat sevgi onu parlatmaya yetmiyordu. Onu avucuna koyan adamların ne demeye çalıştıklarını anlayamamıştı çocuk. Sahip olmak yeter sanmıştı. Yetmiyor.

Sloganlar güzeldir. Coşku verir, güç verir. Başlamak için gereken cesareti verir.  Öyle başlamış Harbiyeli Genç Mustafa da. Montesqueu okurken o çok bildiğimiz satırların altını çizmiş.Cumhuriyet fazilettir.Ben de şöyle devam etmek isterim;yalnızca hakkını verebilenler için.

Savaşsız, müreffeh yıllar dileğiyle.