Hakem son düdüğü çaldıktan hemen sonra başladığım bu yazıyı yazarken halen heyecandan ve sevinçten ellerim titriyor, klavyedeki harflerin yerlerini zor buluyorum.
Ne maçtı ya hu! Ne maçtı!
Hani derler ya bu maça yürek dayanmaz diye. Tam da öyle bir 90 dakikaydı.
Her şeyiyle tam bir resital vardı bugün sahada.
Resital, bilirsiniz, tek bir sanatçının tek bir enstrümanla verdiği konsere denir.
Bugün sahadaki tek sanatçı Samsunsporumuz'du.
Göztepe'nin attığı üç golün ikisini de (birini bizzat biz attık zaten) bize yazmak gerek.
Biz çaldık, biz oynadık ve sonunda biz kazandık.
Açıkçası Reis'ın 11'ini görünce biraz endişelendiğimi söylemeliyim. Stoilov'un meşhur 3-5-2 li oyununa kanatlarda Laura ve Emre gibi defansif yönleri zayıf oyuncularla çıkmanın bir risk olduğunu düşündüm.
Maç da öyle bir şansızlıklar silsilesiyle başladı ki. Daha 2.dk'da Zeki ile çarpışan Solet'in baygın bir şekilde yere düşüşü ve ambulansla oyundan çıkışı yüreğimizi ağzımıza getirdi.
Aklı Solet'te kalmış olacak ki Zeki pozisyonun ve maçın başlamasının üstünden yaklaşık 10 dakika geçmişken hiç olmayacak bir şekilde taçtan gelen topu kafa ile kendi ağlarımıza yollayınca eyvah dedik.
28 . dakikada resmen gol atacağız diye bağıra bağıra çevirdiğimiz topu Marius iki kere ağlara yollayınca rahatladık derken 41. dakikada Romulo bizim Çarşambalıyı Arım'a göndererek sanki golün güzelliğini bozmak istemezmiş gibi saygı duruşuna geçen Satka'nın önünden sezonun en güzel gollerinden birini atınca %70lik topla oynama oranına rağmen soyunma odasına boynu büyük girdik.
Fakat kâbus henüz bitmemişti. İkinci yarının hemen başında Bennasser'in ve Okan'ın akıl almaz hediyesiyle bir kez daha topu ağlarımızda görünce bu kez eyvah eyvah dedik.
Fakat ne Samsunspor klasik bir takımdı ne de 19 Mayıs klasik bir mekân.
Özellikle 60. dakikada Muja'nın oyuna girmesinden itibaren taraftarın muhteşem desteğini de arkasına alıp vitesi 5'e takan takımımız uzun yıllar hatırlanacak muhteşem bir geri dönüşle Afrikalılarımızın ayaklarından 3 gol daha bulup Başakşehir'den sonra Göztepe'nin de namağlup ünvanını elinden alarak İzmir'e eli boş gönderdi.
Bu sezonki en ciddi rakiplerimizden birinden aldığımız altın değerindeki üç puanı seyir zevkinin, heyecanın, adrenalinin zirve yaptığı bir maç ve oyunla kazandık.
Maçın yıldızları attığı iki nefis golle Ntcham ve oynadığı etkili futbolla Holse idi bana göre. Bu iki oyuncunun (Ntcham) 8 ve (Holse) 10 numarada ne kadar etkili olabildiğini hepimiz muhteşem bir oyunla gördük.
Maçın aksayanları ise bana göre Laura, Emre, Bennaser'di. Özellikle Laura neden ilk 11'de olmaması gerektiğini 60 dakika boyunca sahada nazlı nazlı dolanarak aldığı topları ezerek ispatladı. Nitekim taraftar da ona tepkisini oyundan çıkışında gösterdi. Bu oyun ve kaprisli tavrıyla, Reis'ın zorunda kalmadıkça ona bir daha şans vereceğini düşünmüyorum.
Özetle takımımız gümbür gümbür başladığı sezona hem evinde hem deplasmanda ivme kesmeden devam ediyor.
Taraftarların "gidelim Avrupa'ya" sloganları tabi ki hepimizin içini okşuyor. Ama ben de Reis'ın ayakları yere basan ve öncelikli hedefimizin ligde kalmak olduğunu her seferinde vurgulayan realist ihtiyatını doğru bulanlardanım.
Taraftarımızın heyecanı tabi ki oldukça tatlı. Fakat o pembe hayalleri kurmak için henüz çok ama çok erken.
Avrupa'dan önce, fethetmemiz gereken bir lig ve yenmeye devam etmemiz gereken rakipler var. Şimdilik bu efsane galibiyetin tadını çıkaralım.
Ama bir gün, hem de çok da uzak olmayan bir gün, Avrupa'ya da sıra gelecek.
İşte o zaman tüm Avrupa'ya ezberleteceğiz "King of the North" ismimizi.
Tebrikler Kırmızı Beyaz Kara sevdamız? Sen bütün güzelliklere layıksın?