Av. Tufan Akcagöz

REFORM MESELESİ

Av. Tufan Akcagöz

Beş ayı aşkın bir zamandır yazmıyorum. 

Niye diye soranlara, sıkıldım deyiverip kurtuluyordum. 
Aslı gerçekten bu mu, ben de inanın bilmiyorum. 
Yoksa, 'Yaz yaz nereye kadar?' türünden bir can sıkıntısı ya da psikozun içinde miyim?
Belki de yazarak bir şeyi değiştiremeyecek olmanın sıkleti yoruyor beni. 
Kim bilir!
Ama tabi birileri yazmalı, birileri konuşmalı, birileri de mutlaka eyleme geçmeli.
'Yazmasam deli olacaktım.' demiş Sait Faik. 
İyi ki de yazmış. 
Yazmak, söylenmeyeni söylemek tadında ise güzel ve anlamlıdır.
Yoksa papağan gibi aynı şeyleri tekrarlamanın, yazana da okuyana da faydası yok. 
Yazı, okuyanı her zaman bir çukurdan çıkarma amacı gütmeyebilir ama bana göre mutlaka yol gösterici olmalıdır. 
Kalemini üç kese altınla değişen de vardır, kellesini alsanız bildiği yoldan caymayan ve hızını kesmeyen de..
İkisi de insan.
Birine yalaka diyorlar, diğerine gerçek gazeteci. 
Çevrenizde olup biteni gazete sayfalarında göremiyorsanız, etrafınız yandaş ve yalakalarca sarılmış demektir. 
Eyvah ki eyvah! 
Zülfüyâre dokunacak diye yazmamazlık olur mu?
İnadına inadına yazmalı. 
İnsan onuru, kaç kese altın eder?
Yalakanın ederini kese ile tanımladığıma bakmayın siz; kimi zaman tatlı bir koltuk, kimi zaman güçlü ve forslu bir makam da onun yerini tutar.. 
Her şey yolunda ise sorun yok.
Memleket iyi idare ediliyorsa hiç sorun değil. 
Ancak aksi ise ve kimseler yazamıyor, çizemiyor ve söyleyemiyorsa..
Ya söyleyen, anlatan bir kaç kişinin başına da olmadık işler geliyorsa.. 
İşte o zaman kötü.. 
Bugün işte böyle günleri yaşıyoruz. 
Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında bu anlatmaya çalıştığım kadrodan bolca var. 
Uzağa gitmeyin, Samsun'a bakın; yine bunları rahatça görürsünüz. 
Bunlar, gelmiş geçmiş en kötü memleket idaresini tek kalem yazmazlar, yazamazlar. 
Çünkü adları gazetecidir ama bağımlıdırlar.
Dolar zıplar durur; onlar ise 'Dolar borcunuz mu var, size ne?' diyen Hazine ve Maliye Bakanı'nı methederler. 
O kadar mı? 
Değil elbette!
Dün ak dediğine bugün kara dese hükümet, onlar da bir hışımla dönerler. 
Tüm bu olan bitenler mi beni sıktı nedir, yoksa hakikaten yaz yaz nereye kadar tarzı bir kaygı mı yapıştı yakama bilmiyorum ama beş ay kadar bilgisayarın başına geçip iki satır köşe yazmadım. 
Gerçi beş ay önceki Türkiye ile bugünün arasında pek bir fark da oluşmuş değil. 
Ne güzel; öyle bir memlekette yaşıyoruz ki, ne kadar ara verirseniz verin, kaldığınız yerden yazmaya başlayabiliyorsunuz. 
Son köşe yazımı yazdığımda, yani 28 haziranda dolar yükselişteydi; şimdi çıldırmış durumda..
Ekonomi geriye gidiyor diyorduk; aradaki zaman dilimi gösterdi ki, gidiyor.. 
Daha kötüsü olur mu?
Bunu bilemem ama şunu biliyorum ki, piyasa güvenli bir liman ister.
Bunun ekseninde de hukuk güvenliği vardır.
Hukuk güvenliğinin netameli bir hal aldığı memlekette piyasa bu duruma ne kadar direnebilir?
Görüyorsunuz, direnemiyor. 
Yıl başından bu yana cebimizdeki para yüzde kırk eridi.
Anayasa Mahkemesi'ne kabadayılık yaparak ekonomi kurallarını eğip bükmek, verileri milletin lehine çevirmek mümkün değildir. 
Önce hukuk güvenliğini sağlayacaksınız, başka seçeneğiniz yok. 
Şayet bu seçeneği görmezden geliyorsanız, ki hükümetin yaptığı da aynen budur; o halde bu şarampole yuvarlanmayı da engelleyemezsiniz. 
Asıl kafamı kurcalayan soru şudur:
Yargıya saygısı olmayan bir siyasi anlayıştan, yargı kurumlarına saygı beklemek safdillik midir? 
Bugün, hukuk reformundan bahsediyorlar. 
Sanki, yargı sistemini hallaç pamuğuna çevirenler kendileri değilmiş gibi. 
Birileri de hakikaten hala bekliyor mu acaba reform yapacaklar mı diye?
Asliye ceza mahkemelerinde önce Savcıyı kürsüden indirdiler, sonra yeniden çıkardılar. Şimdi yine indirirler, alın size reform. 
Sonra, Sulh Ceza Mahkemelerini yeniden açarlar, alın size bir reform daha.. 
Etti mi iki?
Sonra, üç beş cezaevi daha açarlar ve sanki fabrika açılıyormuş gibi zavallı halkı da bu duruma alkış tuttururlar. 
Alın size üç. 
AK Parti hükümetinde reformlar bitmez. 
 
 
●              ●              ●              ●
 
 
'İnsanları kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır. ' 
 
Oscar Wilde