Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız Harun Fırıncı 'Lübnanlaşma çözüm mü?' başlıklı yeni yazısını Samsun Son Haber okuyucuları için kaleme aldı.
Lübnanlaşma çözüm mü?
Son zamanlarda hepimiz, "Kendilerini polis, asker veya savcı olarak tanıtıp adınız ya da banka hesabınız..." diye başlayan mesajlardan almışızdır. Kendilerini Türk milliyetçiliğinin kurumsal temsilcisi olarak tanıtan bazı kişilerin, cumhurbaşkanı yardımcılarından birinin Kürt, diğerinin ise Alevi olmasını salık verdiği haberini görünce aklıma bu mesajlar geldi. Ama söz konusu öneri sadece o mesajları değil, daha önemli iki şeyi de hatırlattı.
Bunlardan ilki, ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği ve Suriye Temsilciliği görevlerinde bulunan Tom Barrack'ın, "İsrail'in güvenliği için Ortadoğu'da güçlü ulus-devletler olmamalı" şeklindeki ifadesiydi.
İkincisi ise, Ortadoğu siyasi tarihine biraz ilgi duyan herkesin bildiği üzere, bu tarifin en açık şekilde uygulandığı yer olan Lübnan'dı. (Ne tesadüftür ki Barrack da Lübnan kökenlidir ve kariyer diplomatı değil; Trump tarafından diplomasiye devşirilmiş, emlak sektöründen gelen bir iş insanıdır.) Lübnan'da siyasi makamlar, 1932 yılında yapılan ve bir daha hiç tekrarlanmayan nüfus sayımının belirlediği dini kotalara göre dağıtılır. Peki bu ne demektir?
Şu demektir: Lübnan'ın konfesyonel sistemine göre, cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, başbakan Sünni Müslüman, meclis başkanı ise Şii Müslüman olmak zorundadır. Bürokratik kadrolar da bu mezhebi dengelere göre dağıtılır. Bu yapı, 1926 Anayasası ve 1943 tarihli Ulusal Pakt (Pacte National) ile meşrulaştırılmıştır. Ancak zamanla nüfusu artan Şii Müslümanlar (diğer gruplarla birlikte) sistemde aynı oranda temsil edilmediği için ülkede büyük bir siyasal dengesizlik oluşmuş ve sonunda 1975-1990 yılları arasında Lübnan iç savaşı patlak vermiştir.
İç savaş sırasında ülke harabeye dönmüş, zaten kırılgan olan devlet yapısı daha da zayıflamış ve dış müdahalelere açık hale gelmiştir. 1978'de kurulan BM Geçici Gücü ve 1982'de oluşturulan Çok Uluslu Güç, savaşı sona erdirmeye yetmemiştir. Suriye ve İsrail müdahaleleri, Hizbullah aracılığıyla İran'ın nüfuzu, sömürge geçmişinden gelen Fransız etkisi derken ülke, bölgesel istikrarsızlığı besleyen bir boşluğa dönüşmüştür. Sonuç olarak Lübnan, "başarısız devlet" (failed state) kavramının canlı bir örneğine dönüşmüştür.
İç savaştan sonraki süreçte de durumlar düzelmemiştir. Savaş ağaları siyasi liderlere dönüşmüş, bürokratik makamlar liyakate göre değil, dini gruplar arasında paylaşılmış ganimetler gibi dağıtılmıştır. Kriz giderek derinleşmiş, bir zamanlar "Ortadoğu'nun İsviçre'si" olarak anılan Lübnan ve "Ortadoğu'nun Paris'i" olan Beyrut, eski ihtişamından çok uzaklaşmıştır. Bankalar kapalı, insanlar tasarruflarını çekememektedir. Ülkenin neredeyse tek döviz kaynağı, yurtdışında çalışan Lübnanlı işçilerin gönderdikleri paralardır. Halk yokluk ve yoksullukla boğuşurken, 2024 Forbes milyarderler listesine nasıl oluyorsa altı Lübnanlı girebilmiştir.
Siyasi iktidar ise birkaç ailenin elinde dönüp duran bir mekanizmaya indirgenmiştir: Cemayel, Cunblat, Sulh, Karami, Şemun, Frangieh ve Hariri aileleri. Lübnan siyaseti, bu ailelerin at koşturduğu yapay bir dekor gibidir. 2020'de başkent Beyrut'u yerle bir eden liman patlamasından sonra siyasetçi takımı sokakta görünemez hale gelmiş, eski sömürgeci güç Fransa'nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ülkeye geldiğinde halk ve kanaat önderleri ondan medet umar hale gelmiştir.
Ülkenin son cumhurbaşkanı Michel Aoun, Ekim 2022'de görev süresi dolunca makamdan ayrılmış; ancak yerine üç yıl boyunca yeni bir cumhurbaşkanı seçilememiştir. Bu boşluk, 9 Ocak 2025'te Joseph Aoun'un cumhurbaşkanlığına gelmesiyle son bulmuştur.
Lübnan'ın siyasi sisteminin sorunları anlatmakla bitmez. Buradan Türkiye'ye model çıkarmanın mantıklı ve makul bir açıklaması yoktur. Lübnan örneğini Türkiye'nin önüne koyanlar, bırakın milliyetçiliği, sorumlu bir yurttaş dahi olamaz. Böylesine tuhaf ve sarsıcı gündemlerin arasında, herhangi bir dini gruba daha yakın ya da uzak olmayan, laik ve eşitlikçi Cumhuriyet'i kuran; kadınlara seçme ve seçilme hakkını Fransa'dan ve İsviçre'den önce tanıyan büyük Türk Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptıklarının ve bu Cumhuriyet'in ne büyük bir nimet olduğunun farkına her geçen gün daha çok varıyorum. Ona duyduğum sevgi ve minnet her geçen gün biraz daha büyüyor.
Lübnan meselesi, belki de en iyi, 2020'de Beyrut limanında meydana gelen patlamaya ilk müdahale eden itfaiye ekibinden olan ve hayatını kaybeden 27 yaşındaki Sahar Faris'in cenazesinde, köy muhtarının söylediği şu cümlede özetlenir: "Keşke fedakarlığın ve adanmışlığın değeceği bir ülkede yaşasaydık."
