Yazıları ilgiyle okunup takip edilen köşe yazarımız OMÜ Öğretim Üyesi ve Önceki Dönem Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hüseyin Kalkan, 'Bilimin Altın Çağı: Solvay Konferansı'ndan Atatürk'e' başlıklı yeni yazısını Samsun Son Haber okuyucuları için kaleme aldı.
Nedendir bilinmez ama son 15 yıldır"Einstein and Eddington"adlı belgeseli belki de onuncu kez izliyordum. Her defasında farklı bir ayrıntı dikkatimi çekse de, en çok etkileyen sahne hep aynı oluyordu. Belgeselin 24. dakikasında,Einstein merdivenleri çıkarken evin sessizliğini bozan o büyülü müzik...Schubert'in Nacht und Träume adlı eseri piyanoda yankılanıyor, ardından kuzeniElsa'nın muhteşem sesi devreye giriyordu. O an, odanın atmosferi bir anda değişiyor, zaman duruyordu sanki. Belki de bu sahne,Einstein ileElsa arasındaki aşkın ilk kıvılcımının parladığı andı.
Einstein veElsa'nın sohbetleri sırasında, büyük dâhinin beni en çok etkileyen şu sözleri olmuştu: "Müzik ve fizik aynı çeşit bir arzuyla beslenir." Bu söz o kadar derin bir etki bıraktı ki filmi durdurupSchubert'in Nacht und Träume eserinin orijinal kaydını dinlemeye koyuldum. Ve tam da o anda, müziğin büyüsüyle kendimi 1920'lerin Avrupa'sının karmaşık ve gizemli dünyasında buldum. Kuantum devriminin doğuşuna tanıklık eden o yılların bilimle yoğrulmuş atmosferi ve belki de en önemlisi,Solvay Konferansı'nın o meşhur fotoğrafı gözlerimin önünde canlandı.
Bu fotoğraf benim için hep bir dönüm noktası olmuştur. Bilimin zirvesindeki dâhilerin, kuantum mekaniği üzerine tartıştıkları, fikirlerin çarpıştığı o anı ölümsüzleştiren kare...
İşte bu yüzden o sahne bana sadeceSchubert'in notalarını değil, bilimin ve düşüncenin derinliklerine inen bir yolculuğu da hatırlattı. Ve bu düşüncelerin peşinden giderek, o efsanevi fotoğraf üzerine bir yazı yazmaya başladım.
1927 yılında Brüksel'de düzenlenen beşinciSolvay Konferansı, bilim tarihinin belki de en önemli toplantılarından biriydi. Kuantum mekaniğinin ve modern bilimin temellerinin tartışıldığı bu toplantı, yalnızca teorik fizik için değil, insanlığın doğayı anlama yolculuğunda da bir devrim niteliğindeydi. Ancak bu konferansı asıl unutulmaz kılan, fotoğraf karesine sığan o muazzam beyinlerdi. Kimler yoktu ki:Einstein,Curie,Bohr,Planck,Heisenberg,Schrödinger,Dirac,de Broglie,Lorentz,Pauli ve daha niceleri? Bilimin devleri, aynı karede ölümsüzleşmişlerdi.
Bu fotoğrafa her baktığımızda yalnızca bilim insanlarını değil, onların taşıdığı fikirleri, verdikleri mücadeleleri ve aydınlattıkları yolu görüyoruz. Orada yalnızca teoriler tartışılmıyor, doğanın en temel yasaları sorgulanıyordu. Kuantum dünyasının garipliği, göreliliğin kaçınılmaz gerçekliği ve fiziğin sınırlarını zorlayan yepyeni fikirler, bir araya gelen dâhilerin zihinlerinde çarpışıyordu.
Fotoğrafın ortasında, görelilik kuramıyla fizik dünyasını altüst edenAlbert Einsteinoturuyor. Ancak bu defa, kuantum mekaniğinin olasılıklı doğasını kabul etmekte zorlanıyor,"Tanrı zar atmaz!" diyerekBohr veHeisenberg ile büyük tartışmalara giriyordu. Fakat bu sefer büyük bir kayaya çarpmıştı. Karşısında oturanNiels Bohr ona meydan okuyarak, "Einstein, Tanrı'ya ne yapacağını söylemeyi bırakmalısın!"diyerek bu yeni teorinin temelini savunuyordu.
Ya fotoğraftaki tek kadın:Marie Curie. Onu yalnızca radyum ve polonyumun kaşifi olarak değil, bilimin erkek egemen dünyasında dimdik duran bir figür olarak görüyoruz. İki Nobel ödülüne sahip ilk kişi olan Curie, sadece keşifleriyle değil, bilimin kapılarını kadınlara da açan kararlılığıyla tarihe geçti.
Max Planck, kuantum teorisinin babası olarak kabul edilirken, 26 yaşındaki gençWerner Heisenberg, belirsizlik ilkesiyle klasik fiziğin kesinlik anlayışını sarsıyor,Schrödinger, dalga mekaniğini anlatırken kuantum dünyasının gariplikleriyle yüzleşiyor,Louis de Broglie, maddenin dalga doğasını ortaya koyarak fiziğe yeni bir boyut kazandırıyor,Paul Dirac, kuantum mekaniği ile özel göreliliği birleştirerek fiziği bambaşka bir seviyeye taşıyor, Max Born, istatistiksel kuantum mekaniğini savunarak bilimin belirsizliklerle de yol alabildiğini kanıtlıyor veLorentz ise elektromanyetik teorininEinstein'ın görelilik kuramına evirilmesinde kritik rol oynuyordu.
Muhteşem keşifler, olağanüstü zihinler ve dar bir zaman aralığına sıkışmış eşsiz bir bilim çağı... Evrenin işleyişine dair bilinmezlikleri aydınlatmak için adeta Tanrı tarafından gönderilmişçesine bir araya gelen bu dâhiler,Solvay Konferansfotoğrafında ölümsüzleşmişti.
Bu büyük zihinler doğanın sırlarını çözerken, Avrupa'nın doğusunda bambaşka bir devrim yaşanıyordu.Solvay Konferansı'ndaki bilim insanları keşifleriyle dünyanın kaderini nasıl değiştirdiyse, benzer şekilde, Birinci Dünya Savaşı'nın yıkıntıları arasında akıl ve bilimi rehber edinen bir lider, modern ve çağdaş bir toplumsal dönüşümün temellerini atarak yepyeni bir ülke inşa ediyordu.
Bu büyük dönüşümün öncüsü, bizim de sonsuz gurur duyduğumuz bir dehaydı.
O öncü, tabi kiMustafa Kemal Atatürk'tü.
Bilim insanları evrenin yasalarını anlamaya çalışırken,Atatürk toplumu çağdaşlaştırmanın yasalarını yazıyordu. 1923'te kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, eğitim reformları, üniversite yenilikleri ve bilim insanlarına sağlanan özgürlükle, yalnızca bir ulusun değil, tüm mazlum milletlerin umudu oldu.
Solvay Konferansı'ndaki bilim insanları, doğayı anlamaya yönelik çabalarıyla insanlığın geleceğini şekillendiriyordu. Atatürk ise bilimi rehber edinerek toplumunu modern bir geleceğe taşıyacaktı. Bilim, sadece laboratuvarlarda veya denklem sayfalarında değil, toplumların kaderini belirleyen en güçlü unsur olarak tarih sahnesinde kendine yer bulmaktadır. Ve belki de bu yüzden, o ünlü fotoğrafa her baktığımızda, yalnızca bir dönemin büyük bilim insanlarını değil, insan aklının ve bilimin zamansız zaferini görüyoruz.
Peki ya bu bilim insanları bir araya gelmeseydi? Kuantum mekaniği bu kadar hızlı gelişir miydi? Belki de bugünkü modern teknolojinin, bilgisayarların, lazerlerin ve hatta GPS sistemlerinin varlığını bile tartışıyor olurduk. Çünkü kuantum teorisi, yalnızca teorik bir çaba değil, doğanın en temel işleyişini anlama çabasıydı ve bu konferansta atılan temeller, bilim dünyasını sonsuza dek değiştirdi.
1927 Solvay Konferansı, sadece bir toplantı değil bir çağın, doğanın gizemli bilinmezliğine meydan okuyuşuydu. O fotoğraftaki her yüz, bir devrimin simgesiydi. Bugün, bilim ilerledikçe ve yeni teoriler doğdukça, biz de bir gün böyle bir karede yer alabilecek yeni nesil dâhilerin yetişmesini umut etmeli ve bilime olan bağlılığımızı sürdürülebilir kılmalıyız.
Saygılarımla
Prof.Dr Hüseyin Kalkan