20 Ocak 1989 günü kaza geçiren Samsunspor otobüsünde bulunan, o dönemin milli takım kalecisi Fatih Uraz, kazanın 36. yıl dönümünde bir yazı kaleme aldı.
20 OCAK 1989; 36'MIYIZ 65'MİYİZ? (PAZAR YAZILARI)?
"Her kederin tesellisi bulunur, İnsan ne kadar sevse unutabilir, Mevsimler gelir geçer yıllar geçer, Her şeyi evet her şeyi unutabilirsin" diyordu Ümit Yaşar Oğuzcan (1926-1984)?
Şair haklı mı, haksız mı sorusunun cevabı kişiden kişiye değişsede zamanın pek çok şeyi unutturduğu, yaraları sardığı, acıları küllendirdiği kesin!
20 Ocak 1989'un iç karartan, ruhu daraltan sabahında gökyüzünden yeryüzüne iri kar taneleri düşerken yürüyen tabut hareketlenmişti?
Asker kardeşi için hazırladığı koliye "570 kilometre öteye yiyecek mi gider?" diyerek karşı çıkışım içişleri bakanını (hanım) üzmüştü saatler önce?
Otobüste Orhan'ın (Kılınç) gülerek "Abla, bunu sana vermemi istedi, ne yapacağını biliyormuşsun" deyişi ve götürmeyi reddettiğim paketi üstümdeki rafa yerleştirmesi sonrası yüzümün aldığı şekli görmeliydiniz!
Henüz yerime oturmadan (sağdan dördüncü sıra) seyahatlerde muhakkak sohbet edip dertleştiğim, hiç kırmayıp asla kırılmadığım Nuri hocama doğru bir adım attım, üç sıra öne küçücük bir adım?
İkincisini atamadım zira derinlerden fısıldandı; "Yol uzun, uykusuzsun; biraz dinlen." Dalış o dalış! İlahi İrade kalemi kırılacaklar listesine adımı yazmadığından ilhamını bahşetmişti besbelli. Koltuğa uzanır uzanmaz göz kapaklarım aşağı kayıverdi?
Nasıl uykuysa kar şiddetini artırmış, zincir takılmış, bir saatlik Havza'ya iki saatte varılmış ve farkında olmamıştım?
Aniden karabasanın içine yuvarlanıverdik; Mete'nin "Vuruyoruz" çığlığı, Asım abinin son bir umutla kamyondan kaçış manevrası, şiddetli çarpışma, koltuklar arasında sıkışma, derin sessizlik?
Kim bilir ne vakit aralanan gözler ve başımın üstünde bir ayak. Genç Kâsım'a "Çeksene" der demez ikinci kez kararan perde. O da ne, birisi sırtlamış götürüyor; niye sırtına almış ki, bebek miyim, ne vakit unuttum yürümeyi?
Yeniden uyanış, etrafa fırlatılan meraklı bakış. Cevaplanması gereken yığınla soru varken ortada derman yok ki sormaya! "Neden bu yataktayım, maçımız yok muydu, doktor Ferruh abi (Atalay) niçin odada?"
Belim feciat sızlarken yataktan sedyeyle alıp bir otobüsün beşli koltuğuna yatırılıyorum; orası kaptan Emin'in yeri değil miydi?
Samsun Devlet Hastanesi ne kadar kalabalık! Eşim beni görür görmez bayıldı. Ölmediğime mi üzüldü yoksa; berbat bir espri bu! Yaralar dikilirken "Kötüye bir şey olmaz, diğerleriyle ilgilenin" gibi anlamsız sözler dökülüyor ağzımdan?
Zaman mefhumu kayboldu, gündüz mü gece mi emin değilim. Kaza vuku bulmuş ve ufak tefek sıyrıklarla atlatılmış! Nereden mi biliyorum; tanıdığım tanımadığım yığınla kişi odaya giriyor ve "şükürler olsun, geçmiş olsun" deyip çıkıyor. Demek ki gelen neyse hemencecik gitmiş?
Yakın dostum Yakup'un (Kunt) yanındakini tanıyor gibiyim; baya konuşkan, belki duymuştur son havadisleri?
Sormaz olaydım; Nuri hoca, Mete, Muzaffer, Asım abi ölmüş! Niye ölsünler ki, savaşa değil altı üstü maça gidiliyordu! Nasır'ın, Emin'in, Tomiç'in durumu da kritikmiş; pembe yalanlarla avutuluyor muşum meğer?
Tamam; belim ağrıyor, karnımı sanırsınız bıçakla kazıyorlar, sağ omuzum yukarı kalkmıyor, saçımın arasından cam kırıkları çıkıyor lâkin iyiyim, bilincim yerinde! Öte yandan ambulansla nakledildiğime göre bir şeyler mi saklanıyor? Hayalle gerçek iç içe geçti; aksiliğe bak, serumu ayakta tutan hayırsever yere kapaklanıverdi! Dalga mı geçiyorsunuz; az kalsın başka bir kaza mı oluyordu? Galiba ölüm meleği almadan gitmeyecek?
19 Mayıs Tıp Fakültesi Dekanı Mete Kesim sevip saydığım, ara sıra görüştüğüm, hocam diye hitap ettiğim mümtaz bir şahsiyet (mekanı cennet olsun) ve adım gibi eminim o ve personeli bizlere çocukları gibi bakacak, ihtimam gösterecek. Yanılmadım, herkes güleryüzlü, gayretli ve bıkıp usanmadan iyilik meleği misali koşuşturuyor?
48 saattir azalmayan ağrı tahammül sınırını aşınca sonunda gardım düşüyor ve "Dayanamıyorum" dememle ikiletmeden yatırıyorlar ameliyat masasına. İki büyük mili (parasentez) karnıma batırıp "Bekleyeceğiz, futbol yaşantına kalıcı zarar vermemeye çabalıyoruz" diyerek gerisin geriye odaya yolluyorlar; Râb hepsinden razı olsun?
Kaçıncı gündü bilinmez ama aynıyla vaki; münasebetsiz bir gazeteci skandallarıyla tanınmış sözde sanatçıyı hastane odasına hemşire kıyafetiyle getirip soruyor "Birlikte resminizi çekebilir miyim?" Millet can derdindeyken adam sansasyonel haber kovalıyor?
Üstünden geçen onca yıla karşın Samsun halkının vefa sınavından iftiharla mezun oluşu, yönetimin tüm derslerden ve vicdan sınavından kalışı taptaze?
Şu 3 günlük dünyada kalp kırmaya değmiyor! 20 Ocak sabahı evden caddeye çıkınca kafamı kaldırıp son anda yukarı bakmış ve pencereden sallanan eli görmüştüm. Karşılıklı el sallamadan, gülümsemeden, öpüp koklamadan ahirete gitmek hoş değil; vedalar sevimli olmalı. Hayat defteri kapanan 5 dosttan eşini, çocuğunu, annesini, babasını kucaklamayı kaçı akıl edebilmişti acaba son dokunuş olacağını kestiremeden?
Kimse kimsenin kısmetini yiyemez sözü yüzde yüz doğru! Malatya'ya gidecek bir kangal sucuk 85 km'den dönüp, iki hafta sonra pişirilip önüme konuyorsa "Nasip ise gelir Hint'ten, Yemen'den" vecizesi boş değil?
Üzüntülü, sevinçli anlarımda Yaradana yalvarıp yakarmayı genellikle ihmal etmesem de bağırsak hareketleri başladığında dudaklarımdan dökülen gibi içten duayı muhtemelen etmemişimdir o yaşıma değin! Sağlıklıyken anlayamadığımız, aklımıza getiremediğimiz ne büyük bahtiyarlıklar gizliymiş hayatın içerisinde?
Hurda otobüsten Nuri Asan, Mete Adanır, Muzaffer Badalıoğlu, Zoran Tomiç, Civciv Yüksel, Asım Özkan, Nasır Beadini, Emin Kar'dan Samsun'a tabutla dönen oldu nefes alırken dönen oldu (kimisi 3 kimisi 32 sene yaşadı); ruhları huzur bulsun. Gidenlerin sayısı yaşayanlara yaklaştığına göre sıra bizlere geldi sayılır?
1,5 metrelik engel üzerinden artistik plonjon atan, 6 senede yalnızca 3 maç kaçıran bir kaleci kazadan sonra yeri geldi 3-5 metreyi 25-45 dakikada yürüdü. Elbette Emin'in, Tomiç'in, Erol'un katlandıkları yanında çektiklerim kubbenin yanında habbe kalır!
Dönemin en iyi kalecisi olup olmadığım bakış açısına göre değişse de en fazla çalışan olduğum tartışmaya kapalıydı! Nuri Asan ve Fahrettin Genç ile sürekli çalışırdım; idmana erken giderdim, idmandan sonra kalırdım, sezonu erken açardım, demiryolları duvarına karşı o iki süper solağın vurduğu toplara bıkmadan usanmadan atlardım, evde, otelde her ortamda şınav, mekik, sıçrama, ağırlık egzersizleri yapar, sıkça basketbol oynardım (zamanlamam ve sıçramam gelişsin diye.) Çok çalışmadan Anadolu takımı kalecisine vermezler milli takımı?
Öte yandan ne kadar çabalasınız Yaradanın müsaade ettiği sınırın milim ötesine geçemiyorsunuz. 1983 Haziran'ında imza atmamak için elimden geleni ardıma koymadığım bir kulüpte rüya gibi 6 sene geçeceğini asla tahmin edemezdim (dramatik sonlansada)?
Arada bir kazada ölenlerin daha şanslı olduğunu düşünüyorum ciddi ciddi! Zira onlar unutulmayacaklar listesine çoktan girmişken enkazdan canlı çıkanları gün gelecek, kimse hatırlamayacak?
İnsanlığını, aklı selimini, vicdanını kaybedenlerden ruzi mahşerde şikayetçiyim elbet. Tabii öncelik "Hakkı yenenlerde, aranıp sorulmayanlarda, kendilerinden bir çift güzel söz esirgenenlerde!"
GS'yi lig tarihinde ilk kez yenişimiz ardından taraftarların evimin önünde dakikalarca tezahürat yapıp Çiftlik Caddesini araç geçişine kapattığı günü (aynı tablo GS-Monaco maçında da yaşanmıştı); 1987'de şampiyonluk kaçıp takım dağıldığında Ankaragücü ile anlaştığım halde kulübün hazin halini görünce sözümü çiğneyip (ilk ve sondu, yakışmamıştı; söz sözdür) geri dönüşümü ve düşer mi endişelerinin seslendirildiği sezon ligi 4. sırada bitirip kupada final oynayışımızı; şehirden ayrıldıktan 7 sene sonra 19 Mayıs Stadyumu'na adım attığımda tribünlerin çağırıp alkışlamasını ve seçtirene kadar 1,5 sene bıkıp usanmadan "Özarı uyuma-Fatih milli takıma" diye haykıranları sonsuza dek sevgiyle, minnetle hatırlayacağım?
O güzel şehirde içimde ukde kalan tek şeyse dualarımda asla unutmadığım Nuri Hocamın yüzüne karşı onu ne kadar sevdiğimi söylememiş olmamdır! Evet, bilirdi, ona duyduğum muazzam saygının farkındaydı, hanımın "Hocam bir sizin giyim kuşamınıza bakın birde talebenizin perişanlığına; ona bir şeyler öğretsenize" deyişine muzipçe gülümserdi ama ne olurdu bir kerecik de sevgimi dillendirseydim?
Ümit Yaşar'la açtığımız kelamı yine onunla kapatıyoruz; "Bir gün gelir de unuturmuş insan - En sevdiği hâtıraları bile - Bari sen her gece yorgun sesiyle - Saat on ikiyi vurduğu zaman - Beni unutma"?
Gidenlere rahmet, muhabbetini esirgemeyenlere selam?