Samsunsonhaber köşe yazarlarından Mehmet Yılmaz, Ayfer Tunç'un son romanı Osman üzerine bir yazı kaleme aldı.
"Güzel değil yaşamak. Ya da çok güzeldi bir zamanlar."
Ayfer Tunç, "Anlatmak yeniden yaşamak demek." dedirtiyor, romanın sonlarına doğru Osman'a. Aslına bakarsanız Tunç da, anlatarak yeniden yaşatıyor. Çünkü son romanı Osman, bir üçlemenin ?belki de şimdilik- son romanı.
İlkini 1990'ların başlarında yazmıştı: Kapak Kızı. O roman karlı bir kış günü Ankara'dan İstanbul'a giden bir trenin üç yolcusu üzerine kuruluydu. Romana adını veren kapak kızı ise eserde çok az yer bulabilmişti kendisine.
Aradan on beş yıldan fazla bir süre geçtikten sonra Ayfer Tunç, o kapak kızını tozlu rafların, sisli hayallerin arasında buldu ve Şebnem, Yeşil Peri Gecesi'yle arzı endam eyledi. Güzelliğin başa bela olup olmadığını, modern hayatı, çocukluğu ve aile dramlarını ihtiva eden şahane bir anlatıydı.
Ardından Dünya Ağrısı ve Aşıklar Delidir girdi hayatımıza. Farklı iki roman. Ama sonra bir gün, Ayfer Tunç'un son romanı Osman'ı gördük tanıtımlarda. Benim gibi Tunç hayranı okurlar için müjdeli bir haberdi bu. İlk başta Osman'ı idrak edemedim, onun Şebnem'in kocası olduğunu anlayamadım. Sonrasında oturdu taşlar yerine.
Evet, Osman bir üçlemenin son kitabı. Ancak endişe etmeyin, çünkü bu üç roman birbiriyle bağlantılı olsa dahi bağımsız olarak da okunabilir. Zaten özellikle ikiyi okursanız üçü, üçü okursanız da ikiyi merak edip, hemen alacaksınız bence. Mesela ben Osman'ı bitirmemin hemen ardından kütüphaneme koşup, Yeşil Peri Gecesi'nin bilhassa son bölümlerini tekrar okudum.
Osman, her şeyden önce çok başarılı bir anlatı. Ayfer Tunç, çok başarılı bir anlatıcı çünkü. Onun kelimeleri, onun üslubu bambaşka. Osman, Nişantaşı'nda doğup büyümüş, profesör bir babanın iki evladından biridir. İyi eğitim almış, hep varlık içinde yaşamış, yakışıklı, yetenekli bir adamdır. Ancak o kadar değildir çünkü aynı zamanda hedefsiz, ömrünce hiç çalışmamış ve dahası berbat bir çocukluk, ilk gençlik geçirmiştir. Gerçekler görünenden farklıdır.
Tunç'un eserlerinde kahramanların çocuklukları onların kaderlerini çizen en önemli unsurlardan biridir. Nitekim bu Şebnem için de öyleydi, Osman için de öyle.
Romanı okurken, acaba Yeşil Peri Gecesi'ni okumamış olsaydım beni nasıl etkilerdi diye de çokça düşündüm. Sonuçta oradaki esas konuyu biliyordum, lakin Osman'daki kahramanların neredeyse hiç biri bilmiyordu. Vardığım sonuç şu oldu, Osman'ı büyük bir beğeni ve merakla okur, ardından ne yapar eder, Yeşil Peri Gecesi'ni de okurdum. Hatta Kapak Kızı'nı da?
Osman bir tezli roman değil. Mesaj verme kaygısı yok. Osman karakteri biraz da Masumiyet Müzesi'nin Kemal Basmacı'sını andırıyor. Osman, bir hayatı anlatıyor, insanı? Zaten Tunç bir röportajında, "Doğacı bir insan olmadım ben, şehir insanıyım. Doğada bir haftadan fazla bulunmaktan hoşlanmıyorum. Beni asıl ilgilendiren şey insan hikayesi. Doğanın hikayesi yok, döngüsü var, büyüleyici bir döngü ama o kadar, beni fazla sarmıyor. Şehirde önümden her dakika bir hikaye geçiyor." demişti. Evet, o herhangi bir insanı alıp, öyle bir tahkiye ediyor ki, şaşıp kalıyorsunuz.
Osman'da iki tekniği bir arada kullandığını görüyoruz. Buna göre, Osman hakkında araştırma yapan anlatıcı, bir yandan röportajlar yaparak onun hayatına giren kişileri konuşturuyor. Öte yandan bir sahafta bulduğu Osman'ın günlüğünü de kronolojiye uygun olarak okuyor ve bütün bir hikayeyi bize anlatıyor.
Nihayetinde Osman, arabesk hayatları hiç de arabesk olmayacak bir biçimde yazabilen Ayfer Tunç'un tipik bir romanı, çok başarılı. Her zamanki gibi insanı sarsan aforizmalarla dolu.
"Üniversitedeyken, çok kitap, çok şiir okuduğum yıllarda. O güzel, kaygısız, umut dolu yıllarda. O zamanlar gelecek parlak bir elma şekeriydi benim için, meğer zehirliymiş."
Sanki ben yazmışım gibi?
Ah be Osman! Sana üzülsem mi kızsam mı, bilemedim.